Geldim, Gördüm, Çizdim
Fırat ARAPOĞLU
"Gezmek her zaman iyidir"
Vincent Van Gogh
37 yılda sonuçlanan Van Gogh’un yaşam öyküsünden, bir sergi oluşturabilecek hangi deneyimler çıkarılabilir? Özellikle, Van Gogh’un yaşamında “göç etme” konusu nasıl genel hatları verilerek özetlenebilir? Van Gogh’un hayatında göç etmek temel öneme sahip konulardan birisi olmuş ve bu açıdan geliştirilen “Vincent Van Gogh’un Peşinde Modernizmin İzinde” başlıklı proje ve sergi, bir nevi bu göç yolunun rotasını izlemeyi tasarlamış. Bu olgunun analizi için Van Gogh’un “mekan değiştirmelerinin” ve bunların onun yaşamı ve sanatında bıraktığı etkilerin değerlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, genel olarak bakıldığında, sanatın tarihinin de aslında birbiri ardına gelişen sınır ihlallerinden – dolayısı ile sınır ihlallerine tam anlamı ile “göç” fenomenin de eklenmesi ile – meydana geldiği akılda tutulmalıdır.
Van Gogh’un belirli bir mekanda yerleşerek “düzenli” bir yapı üzerinden hareket etmeyişinin/edemeyişinin nedenlerinden birisi, Van Gogh’un kendi arzuları doğrultusunda hareket etmesi ve bulunduğu mekanların bir noktadan sonra buna izin vermemesidir. Örneğin, bir resimsel tür olarak manzara ile ilgilenmesi arttıkça, kuzeyin renk kullanımını sürdürebilmesi ve kuzey stilini bu tür içerisinde eritebilmesi olanaksızlaşmıştır – diğer bir deyişle, geleneksel formlar Van Gogh’ta ki ifade arzusunu temsil etme gücüne sahip değildir, bunun aksine Gaugin, “klasik kuralları” primitivizm ile harmanlamıştır. Bu tarz olgular, onun yaşamında dönüm noktası oynayan seyahatlerinden birisine çıkıp, yaşadığı topraklardan çıkıp, Paris’e gidişi ile sonuçlanmıştır.
“Vincent Van Gogh’un Peşinde Modernizmin İzinde” sergisinde ne amaçlamıştır? Proje sanatçılarından ve sergiye eşlik eden katalogun editörü Ekrem Kahraman bunu şöyle belirtiyor: “Çünkü bu sergide yer alan sanatçıların öncekilerden ve diğer dünya sanatçılarından farkları [-diğer bir deyişle amaçladıkları(F.A.)] Van Gogh’un sanatı üzerinden sanatsal bir dünya krizi üzerine tartışmalı entelektüel bir ilişkiye girmeleri ve bunu illa da bir grup hareketi niyeti taşımadan entelektüel bir alışverişe, iddiaya dönüştürmüş olmalarıdır”. Burada, iki tespit yapmak mümkün: Van Gogh – Modernizm ilişkisini diyalektik olarak izleyebilme ve ardından sanat üzerinden bunu yansıtan eserlerle, bu deneyimi görselleştirmenin amaçlanması.
İlk olarak görülen, sanatçılar salt Van Gogh etkili yapıtlar üretmeme amacındalar. Zaten böyle bir edim amaçlansaydı, sanatçılar için Van Gogh üzerine birer “catalogue raisonné” sağlanıp, onlardan müzeleri ve galerileri gezmelerini istemek daha yararlı olurdu. Onun için, bu yolculuk sonucunda ortaya çıkan çalışmaları birer “bilinç aktarımı” olarak görmek, yapıtların – üretilen sanat işlerinin sanat pazarı içerisinde edindiği/edineceği “metasal niteliklerini” ayrı ve zamansal olarak sonraki bir tartışma platformuna bırakmak gerekir -, niteliğinin daha iyi anlaşılabilmesini sağlayacaktır. Sanatçılar, Van Gogh üzerine olan bilgilerinin bireşimiyle, onun düşündüklerini, hissettiklerini ve yaşadıklarını, yorumlamaya ve bu edimin kendi bilinçlerinde yarattığı kırılmaları, farklı formlarda sanat yapıtları üreterek ifade etmeye çalışmışlardır.
Peki modernitenin izini sürmek? Diğer bir deyişle, modernist arayışların başlangıcı olan 1848’den itibaren, Van Gogh’un 1890’a kadar yer aldığı – öte yandan “yarım bıraktığı” - öyküyü geliştirmek ya da buradan hareketle yeni öyküler oluşturmak? Peki ya, Fransız olmayan bir sanatçıdan modernizmi izlemek? Van Gogh’un yaşadığı kentler 1880’lerde nasıldı ve şimdiki durumları nedir? Baudelaire’in caniler, fahişeler ile dolduğunu belirttiği Paris’e 30 yıl kadar sonra gidişinin Van Gogh’un üzerindeki etkileri nedir ve bunun orayı ziyaret eden Türk sanatçılar üzerindeki etkisi ne olmuştur? Paris’te o zamanlar ya da şimdi bir kır manzarası yapabilmek mümkün müdür? Bu yolculuk öncesinde, her bir sanatçının bu tarz farklı sorulara cevap aradıklarını ve farklı beklentilerinin olduğunu düşünürsek, beklentilerinin, Fransa’da karşılaştıkları güncel gerçeklik ile örtüşüp, örtüşmemesinin ve bunun sorunsallaştırılmasının, sanatçılara esin veren deneyimler olarak ortaya çıktığını düşünmeliyiz – beklenti / gerçeklik ilişkisi, arayış, belirsizlik vs. gibi.
Üretim biçimleri açısından baktığımızda, sergide yer alan 11 sanatçının farklı medyalarda işlerini oluşturduklarını belirtmeliyim. Bu da Van Gogh’un yeniyi arayışı ile sanatçıların da aynı arayışı deneyimlediklerinin bir göstergesi. Bedri Baykam’ın, “Machine Arriere – Zamanı Geri Alabilsek…” gibi 4 – D (dört boyutlu) çalışmalarında üst üste bindirilen imgeler ile farklı bir görüntüselliğin kurgulanması modernizmin “yenilik” ve “ilerleme” nosyonları ile uyuşuyor. Van Gogh resimlerinde gözlemlenen “dinamizm”, Baykam’ın son dönemlerde gerçekleştirdiği bu tip çalışmaları ile yetkin bir bütünlük oluşturmuş - “Dinamizmin”, Van Gogh’un, aynı dönem içinde değerlendirildiği Gaugin’in resmindeki statik duruştan farklılaştığı bir nitelik olduğunu anımsatmalıyım. Bünyamin Özgültekin’in “Paralel Procese 505 – Nomadan” adlı çalışması, alüminyum üzerinde Van Gogh’u belirten bir “göçebe” imajın, bütün yapıyı oluşturan bir “jilet” formu içinde oyulması ile oluşturulmuş. Burada ikili bir göndermeyi tespit edebilmek mümkün – aileden, yurttan uzaklara gitmenin “bıçak sırtı” durumu ve Van Gogh’un Gaugin’i jiletle tehdit etmesi. Bununla birlikte çalışmasının sol tarafına kırmızı akrilik ile eklediği “kanı” anımsatan uygulama ile sanat tarihinde bilinen “Van Gogh’un kulağını kesmesi” konusunu “minimalize” edilmiş, ama maksimum oranda “ironi” taşıyan bir tarzda iletiyor. Sanatçının “Paralel Processe 503 – Van Gogh Sandalyesi” adlı sandalye ve onun oturma yerini neon ışıklar ile kaplayarak oluşturduğu çalışması, bana 1890’lardan 1960 ve sonrasına uzanan bir çizgiyi anımsattı. Joseph Beuys’un 1963 tarihli “Yağ Sandalyesi” çalışmasına olan bir göndermeyi keşfederken, modernitenin başlangıcı olarak görülebilecek Van Gogh’tan, post-modernitenin sembollerinden Beuys’a doğru olan akışı görebiliyoruz. Tomur Atagök de “Yaşam, Kalpler, Zeytin Ağaçları ve Van Gogh’un İskemlesi” çalışmasında, bir iskemleyi hazır-nesne olarak kullanmış. Bu, sergide birbirine referans veren eserler olgusunu gösterirken, Van Gogh’un devrim yarattığı bir olgunun da sanatçılar tarafından kavrandığını ve kullanıldığını belirtiyor: Motif olarak sadece basit bir sandalyenin model alınabilmesi.
Tomur Atagök, çalışmalarında sanatçının ağabeyi Theo ile olan ilişkisinin önemini sorunsallaştırmış. Atagök “Bana Güven, Van Gogh!” adlı çalışmasında, Van Gogh’un eserlerinde gözlemlenen karakteristikleri, - son resmi “Buğday Tarlası ve Kargalar” resmine gönderme yapan kuş tüyleri, samanlar gibi – verirken, diğer bir çalışmasında açıkça adını da eser üzerinde belirttiği gibi Theo’nun Van Gogh üzerindeki etkisini ve onun var olmasının koşulunu yarattığının önemini çiziyor. Bu, düşlerinin peşinden koşmak isteyen sanatçının sahip olduğu/olması gereken hamiliğin önemini ve Atagök’ün de katalog yazısında belirttiği gibi, günümüzün küratörlü, galericili sistemi içerisinde Van Gogh’un neler yapabileceğinin sorgulamalarını içeriyor. – 2008’de yapılan araştırmalarda Van Gogh’un total çalışmalarının üçte birinden fazlasında, yüzeyin daha önce kullanıldığı tahmin edilmiş; bu, sanatçının çektiği mali sıkıntıyı belirtmesi açısından önemli bir veri.
İki boyutlu düzlem üzerinde çalışan sanatçılardan Özdemir Altan’ın resimlerinde özellikle iki nitelik tespit ediliyor: Van Gogh’un tümleyici renkleri kullanmaktan kaçınmasını ustalıklı bir gönderme ile vermesi ve Vincent “imzasının” yan yana seriler halinde tekrarı ile “popülarize edilmişliğinin” eleştirisini yapması. Ekrem Kahraman ise, Van Gogh’un son resmi “Buğday Tarlası ve Kargalar” resmini “Kargasız Buğday Tarlası”, “Tam Arkandayım!”, “…sonra” ve “Allahıslmarladık Vincent!” serisi ile kronolojik bir biçimde yorumlayıp, sunarak sanatçının son günleri ve sonrası ile kurduğu empatiyi gösteriyor. “Düğmelerini Dikecek Birisi…” adlı yağlıboya, kolajında ise “yalnızlık” konusunu, kendi işini yapamama/yapmak zorunda olma konusu ile ilişkilendirmiş.
Sergide yer alan yapıtlarda, özellikle “göç etme” deneyimini ve daha birçok etkiyi yansıtan göndermeleri tespit edebilmek mümkün ve hepsi ayrı ayrı analiz edilmeyi hak ediyor. İbrahim Çiftçioğlu, sergi katalogunda “…Sanırım Van Gogh’un sanat yapma ruhunu yakalayabilmek, onu yeniden ve iyice içselleştirmek istedim…Van Gogh’u ne kadar ve nasıl yorumlayabileceğiz, bunları sonra göreceğiz?” diye belirtmiş. Çiftçoğlu’nun – ve serginin - amacına ulaştığının – yani Van Gogh’u yetkin bir biçimde yorumladıklarının - önemli bir göstergesi, kendilerinden uzaklaşmamaları, diğer bir deyişle projenin yaratabileceği “-gibi yapma” tehlikesine düşmeyerek, kendilerini bizzat Van Gogh’a götürmeleri.
(Yazı Nisan/2009 tarihli Gençsanat Dergisinin 171. sayısının 48 - 53 sayfalarında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder