27 Ağustos 2010 Cuma

Kimlikler Lütfen!


Kimlik ve farklılıklar üzerine odaklanan bir sergi

GAZETE HABERTÜRK / HÜLYA KÜPÇÜOĞLU
Ankara’da Cer Modern’de süren ve farklı kuşaklardan yaklaşık 20 sanatçının katıldığı “Kimlikler Lütfen!” sergisi, kimlik ve farklılıklar üzerine odaklanıyor. 17 Eylül’e kadar izlenebilecek olan serginin küratörü Fırat Arapoğlu sorularımızı yanıtladı.

■ 'Kimlikler Lütfen!' derken bireyselliği de çağrıştırıyor diyebilir miyiz?

Elbette, tekil düşüncenin var olmadığı bir çoğulluk. Zaten, bu serginin tam da karşısında olduğu bir olgu. Sergi, arzuladığım ve sanatçılarla kesiştiğimiz ölçüde farkılaşmaların, farklılıklar noktasındaki aynılıklarımızı ortaya koyduğunun bir göstergesi. Söz gelimi sergide, farklı coğrafyalardan 21 sanatçı var; Londra’dan Ergin Çavuşoğlu, New York’tan Konstantin Bojanov, İtalya’dan Şükran Moral işleri ile bunu temsil ediyorlar.


Öte yanda sanatçı-seyirci ilişkisine dair performans gerçekleştiren İnsel İnal, 'El Taş El Taş' çalışması ile kamuoyunda taş atan çocuklar olarak bilinen konuya gönderme yapıyor. Ekolojik kimlik vurgusuyla Genco Gülan ve bireysellikten yola çıkarak serginin kavramsal çerçevesine, görsel zenginliğine destek veren Orhan Cem Çetin de farklı konularda kimlik konusuna ışık tutuyorlar.

■ Sergi adından yola çıkarak politik bir söylemi de içeri aldığınızı söyleyebilir miyiz?

Sanatın politikayı içerdiğini hatırlatmama gerek yok sanırım. Tam tersi olası değildir ya da o zaman adına sanat değil, propaganda denilir. Modern sanat ve günümüzün piyasa odaklı yapıları, sanatın sermaye, sınıf çelişkileri, kadın, gay/lezbiyen kimlikleri, göçmen kimliği gibi konuları içermeyeceğini öne sürmüştü ve sürüyor. Ama bu, günbegün alaşağı edilen bir önerme. Güncelliği ile beraber geçmişe de vurgu yapan bir yapısı var serginin.

■ Marcuse’ün belirttiği "iktidarın karşısında olan" sanatçı modelini öneriyorsunuz. Türk resim sanatına bakarsak nasıl bir sanatçı kimliği görüyorsunuz?

Sanatçının malzemesi ne olursa olsun düşüncesini en iyi biçimde ifade eden kişi olduğuna inananlardanım. Türkiye sanatı haddinden fazla uzunca bir süre "romantik, naif" sanat dönemini yaşadı. Kısa bir dönem konstrüktivist etkilenimleri de eklemeliyim. Bu dönemin ardından, sanatın ve sanat tarihinin sorunları ile yüz yüze geldi. Akademi, monolitik kimlikler inşa etmeye çalıştı sürekli, hatta buna hâlâ devam ediyor. Farklılaşanları hemen bölücü, çılgın olarak yaftalıyorlar. Disiplinsizlikleri aslında başarılı oldukları konu.


Sanatçı, Türkiye’de üç başlık altında incelenebilir. Birincisi, herhangi bir ideolojiye angaje olmayan oportünistler. İkincisi Marksizm, etnik kimlik gibi birçok kimlik ve farklılık konusundan birazını yapmaya çalışan ama hiçbirinde başarılı olmayanlar. Üçüncüsü, tam olarak 'iktidarın karşısında olanlar'. Bu üçüncü gruptakiler toplumdaki etik rollerinin bilincinde olarak üretiyorlar ve geleceğin sanat tarihinde onlar yer alacak.


(Hülya Küpçüoğlu ile gerçekleştirdiğimiz röportaj 27 Ağustos 2010 tarihli Habertürk Gazetesi'nde yer almıştır.)

23 Ağustos 2010 Pazartesi

VALLA, ‘YEMİN EDEBİLİRDİM!’


VALLA, ‘YEMİN EDEBİLİRDİM!’
FOUCAULT’NUN, BAUDRİLLARD’İN RUHU BU SERGİDE GEZİNİYOR!
Valla, ‘Yemin Edebilirdim!’
FIRAT ARAPOĞLU

Şimdinin, yaşanılan anın yansıdığı, ilk etapta geçmişin ve geleceğin olmadığı, aktüel bir görüntü Daire Sanat’ın odalarından birisindeki duvar yansıtılmış. Webcam ve diğer basit malzemelerin bir araya getirildiği akvaryumda teknolojinin kullanımı, karmaşık multimedyatik şovların aksi bir istikamette, oldukça başarılı. Tabii kişinin kendi görüntüsünü deneyimlemesi Bill Viola, Bruce Nauman dahil sanat tarihinde birçok kez rastlanılan bir durum, ama bu sefer farklı bir noktada.
Daire Sanat’ta 10 Ağustos’ta açılışı yapılan ve Yeni Zelandalı beş genç sanatçıyı bir araya getiren ‘Yemin Edebilirdim’ sergisinin basın sunumundaki coğrafi olarak ‘izole bir konumda’ bulunduğu tespiti dikkatimi çekmişti ve bunu bir problem olarak görmüştüm. Avrupa’ya olan uzaklık ya da bir ‘ada kültürü’ olması üzerinden böyle bir okuma, ‘Batı Sanatı’ kavramının alaşağı edildi bir süreçte, hiç de gerekli bir his olarak gelmiyor bana. 2009 verilerine göre dünyanın en güvenlikli bölgelerden birisi olan Yeni Zelanda’da sanatçı kendini izole edilmiş hissederse, sözcüğün tam anlamı ile Gazze’li sanatçı nasıl hissetmeli kendisini? Neyse, Lindsberg’in prostetik hafıza teorisi ve tıptaki ‘hayalet organ sendromu’ ve bunun medya ile olan ilişkisini sorgulayan sergiye daha yakından bakalım.
HİPERGERÇEKLİK – SİMÜLASYON
Baudrillard ‘Simulakrlar ve Simulasyon’ isimli eserinde şöyle söylüyor: “Hipergerçeklik ve simülasyon, insanı her türlü ilke ve amaçtan caydırabildiği gibi, bu caydırma yeteneğini uzun süre kendisinden yararlanmış olan iktidara karşı da kullanabilmektedir”. Galerinin girişindeki Conor Clarke’ın üç çalışmasında, bu teorinin izdüşümleri gözlemlenebiliyor.
“Rummelsburger See Etrafındaki İstasyonları Gözlemek” isimli seride, Berlin’in eski endüstri bölgesi Stralau Peninsula’yı turist bakışı ile gözlemleyen Clarke, pitoresk bir manzara formunda, endüstrinin doğayı dönüştürümünü iktidar ve kapitalist üretim biçimine karşı kullanıyor. Bu fotoğrafların karşısında yer alan Trenton Garrat’ın interaktif işi ‘Kovma/Kabul’, ‘out of’ (dışında/..mış) kalıbının biteviye devam ettiği radyo yayının altında yer alan, kontrol dışı, gözden çıkmış vb. sözcüklerin yer aldığı bir metin ve ses arası bir ‘sessel/görsel şiir’ uygulamasını, görsel sanatlar içerisine bir enstalasyonla dahil ediyor. Fluxus sanatçılarından Emmett Williams ve Daniel Spoerri’nin ‘somut şiir’ olarak adlandırılan şiirsel deneyimlerini de içeren çalışma, prostetik hafıza teorisine referans veriyor.
GÖRDÜĞÜN GİBİ DEĞİL!
Serginin vurucu işlerinin başında Mark Henley’nin ‘Buzdağı Teorisi’ işi geliyor. Sanatçı, Galata’da açılan ‘Belirsizlikleri Göğüsleyebilme Becerisi’ sergisindeki ‘Bütünlük: Yapısal ve Aksi Halde’ çalışmasında alelade bir nesnenin farklı parçalarından, ayna yardımı ile bir yanılsama efekti yaratmıştı. Buradaki işi ise, gerçek zamanlı (real-time) olarak izleyicinin görüntüsünü anında tespit edip, yansıtan bir webcam ve webcam’in yer aldığı bir akvaryumdan oluşuyor. Bu gerçek zamanlı yansıtma, izleyicinin görüntüsünü duvarda görebilme manevralarında bir transformasyonu yansıtıyor. Bu katalogdaki yazıda, ‘taşıt tutması’ olgusu ile açıklanmış. Henley’in yarattığı etki, Nikos Navridis’in ilk olarak Rosa Martinez küratörlüğünde 51. Venedik Bienali’nde sergilenen ve 2006’da da İstanbul Modern ‘Venedik-İstanbul’ sergisinde kurulan ‘Breath (On Beckett)’ çalışmasının yarattığı olgu-zaman arasındaki farklı ilişkiselliği andırıyor. Buradaki gerçek zamanlı görüntü algı sorununu yansıtırken, Navridis’in işi de sadece 30 saniyelik bir çekimin loop’lanmasıydı. Serginin sunumundaki imge olarak da kullanılan ‘Ayak Uydurmak’ çalışması ise, aynı kavramlara antropomorfik bir gönderme yaratırken –kürek, el ilişkisindeki protez konumu–, Stelarc’ın protezlerini de akla getiriyor.
BEDEN PARÇALARI VE SUÇ BENDE!
Veronica Manchego’nun görselliğinin kalitesi ile dikkat çeken ‘Mağaralar’ videosu, hayvan ve insan bedenlerinin parçalarından oluşuyor. Daire Sanat’ın genellikle videolarının sergilendiği odadaki çalışma, parça-bütün ilişkisini kavramsallaştırma açısından önemli. Ne var ki, Henley, Clarke gibi isimlerin çalışmalarının yanında çok daha naif kalıyor. Cam O’Connell’ın kolektif ve komünal hafızayı sorguladığı ‘Mea Culpa’ serisi, medyatik ama popüler olmayan topluluk imgelerinin yansıtıldığı ama bunun Kartezyen bir grafikle sunulduğu desenlerle sonuçlanıyor.
Prostetik Hafıza, Hayalet Uzuv Sendromu ve bunun medyadaki kullanımı. Kültürel teknoloji ve dolayısıyla sanat da bunu kullandığında yine bir ‘kurgu’ üzerinden hareket edilmiyor mu? Bu da aslında sanatın ‘manipülasyon’ araçlarından biri olabilme, bu şekilde kullanılabilme olasılığını göstermez mi? Öte yandan, elbette ki prostetik hafıza tarihin derinliklerine atılmak istenen, unutturulmak istenen trajedileri görünür kılma yolunda da kullanılacak. Tabii o zaman da şu soru karşımıza çıkacaktır, kimin acısı daha büyük? Ve buna kim karar verecek? Yemin Edebilirdim sergisi bu ve bunun gibi sorgulamaları içererek, sezonun daha henüz tam açılmadığı bir süreçte az, ama etkili bir nefes aldırıyor. Daire Sanat’ta 4 Eylül’e kadar izleyebilirsiniz.
(23 Ağustos 2010 tarihli Birgün Gazetesi'nde yayınlanmıştır; yazının basımında başka bir sergiye dair araştırmamdan dolayı farklı sanatçıların isimleri yanlışlıkla basıldı, editörüm Ali Şimşek'e düzeltme yazısına dair talebimi ilettim F.A.)

17 Ağustos 2010 Salı

Kimlikler Lütfen!/IDs Please!



Cer Modern Fırat Arapoğlu küratörlüğündeki ‘KİMLİKLER LÜTFEN!’ sergisini Ankaralılarla buluşturuyor. 12 Ağustos-17 Eylül tarihleri arasında Fırat Arapoğlu küratörlüğündeki ‘KİMLİKLER LÜTFEN!’ sergisinde sanatçılar; Yeni Anıt, Nancy Atakan, Fatih Balcı, Ergin Çavuşoğlu - Konstantin Bojanov, Elif Çelebi, Orhan Cem Çetin, Didem Dayı, Kardelen Fincancı, Tina Fischer, Genco Gülan, İnsel İnal, Gaye Yazıcıtunç İnal, Şükran Moral, Ali İbrahim Öcal, Mehmet Öğüt, Hülya Özdemir, Arzu Parten, Öykü Potuoğlu, Çağri Saray, Rüçhan Şahinoğlu ‘kimlik’ kavramını değişik bir bakış açısıyla gözler önüne seriyorlar. Küratör Arapoğlu bu serginin konusu ile ilgili olarak ‘’Sanat kendisini kimlik tartışmalarından soyutlayamaz, ve ortaya bir kimlik sorunsalını koyabilmek için de öncelikle kimlikler ileri sürmesi gerekir. Ancak bunun arkasından öteki ile ilişkiye geçebilir’’ diyor. Serginin açılışı İnsel İnal’ın ‘Masaj/Mesaj’ performansı ile gerçekleşecek. Sergiye daha sonra Fırat ARAPOĞLU, Ulus BAKER ve Rahmi ÖĞDÜL’ün metinlerinin de yer alacağı katalog eşlik edecek. Sanatseverler bu sergiyi ücretsiz olarak gezebilecekler.
12 Ağustos 2010 Birgün

Cer Modern’de iki sergi birden

Ankaralı sanatseverler, 10 ve 12 Ağustos tarihlerinde iki yeni sergi ile buluşuyor. Cer Modern-de açılacak olan sergilerden ilkinin adı, ‘İnteractive’, ikincisinin adı ise ‘Kimlikler Lütfen!’

Cer Modern 10 Ağustos Salı günü Yılmaz Zenger küratörlügündeki Gülay Alpay ‘interactive’, 12 Ağustos Perşembe günü Fırat Arapoğlu küratörlüğündeki ‘Kimlikler Lütfen!’ sergilerini Ankaralılarla buluşturuyor.
Özel ışıklı odalar
10 Ağustos-15 Eylül tarihleri arasında Ankaralıların beğenisine sunulacak olan Gülay Alpay ‘interactive’ sergisinin en önemli özelliği ismi gibi interaktif bir sergi olması. Ankaralı sanatseverler ile birlikte Ankara Çocuk Üniversitesi’nin minik öğrencileri de Gülay Alpay ile bu özel ışıklı odaların ipek duvarlarını diledikleri gibi boyayıp sergiye aktif olarak katılabilecekler. Alpay’ın resimleri Yılmaz Zenger’in tasarımları ile birleşince şeffaf, ışıklı, sesli ve çok boyutlu bir sanat objesine dönüşerek Cer Modern’in muhteşem atmosferinde sergiye katılanları büyüleyecek. İnal’ın ‘Masaj/Mesaj’ isimli performansı 12 Ağustos-17 Eylül tarihleri arasında ise Fırat Arapoğlu küratörlüğündeki ‘Kimlikler Lütfen!’ sergisinde ise sanatçılar Yeni Anıt, Nancy Atakan, Öykü Potuoğlu, Fatih Balcı, Ergin Çavuşoğlu, Konstantin Bojanov, Elif Çelebi, Orhan Cem Çetin, Didem Dayı, Kardelen Fincancı, Tina Fischer, Genco Gülan, İnsel İnal, Gaye Yazıcıtunç İnal, Şükran Moral, Ali İbrahim Öcal, Mehmet Öğüt, Hülya Özdemir, Arzu Parten, Çağri Saray, Rüçhan Şahinoğlu ‘kimlik’ kavramını değişik bir bakış açısıyla gözler önüne seriyorlar. Küratör Arapoğlu bu serginin konusu ile ilgili olarak ‘’Sanat kendisini kimlik tartışmalarından soyutlayamaz, ve ortaya bir kimlik sorunsalını koyabilmek için de öncelikle kimlikler ileri sürmesi gerekir. Ancak bunun arkasından öteki ile ilişkiye geçebilir’’diyor.

Hürriyet Ankara 18 Ağustos 2010

Cer Modern iki yeni sergiye ev sahipliği yapıyor

Cer Modern, 10 Ağustos Salı günü Yılmaz Zenger küratörlügündeki Gülay Alpay 'İnteractive', 12 Ağustos Perşembe günü de Fırat Arapoğlu küratörlüğündeki 'Ben'ler, Sen'ler, O'nlar' sergilerini Ankaralılarla buluşturuyor.

ANKA

Ankara- Gülay Alpay 'interactive' sergisinin en önemli özelliği ismi gibi interaktif bir sergi olması. Ankaralı sanatseverler ile birlikte Ankara Çocuk Üniversitesi'nin minik öğrencileri de Gülay Alpay ile bu özel ışıklı odaların ipek duvarlarını diledikleri gibi boyayıp sergiye aktif olarak katılabilecekler.

Alpay'ın resimleri Yılmaz Zenger'in tasarımları ile birleşince şeffaf, ışıklı, sesli ve çok boyutlu bir sanat objesine dönüşerek Cer Modern'de izleyenlerini bekliyor olacak. Alpay'ın dış etkilere dayanıklı 'ipek' Resim Odasının şeffaflığı hem içinden hem de dışından görünürlüğüne olanak verirken, görmekle yetinmeyip içinde dolaşmak isteyenler için de masalsı bir dünyanın kapılarını açacak. Sergi 15 Eylül'e kadar görülebilecek.


Ben'ler, Sen'ler ve O'nlar

Fırat Arapoğlu küratörlüğündeki 'Ben'ler, Sen'ler, O'nlar' sergisinde ise sanatçılar Yeni Anıt, Nancy Atakan, Öykü Potuoğlu, Fatih Balcı, Ergin Çavuşoğlu, Konstantin Bojanov, Elif Çelebi, Orhan Cem Çetin, Didem Dayı, Kardelen Fincancı, Tina Fischer, Genco Gülan, İnsel İnal, Gaye Yazıcıtunç İnal, Şükran Moral, Ali İbrahim Öcal, Mehmet Öğüt, Hülya Özdemir, Arzu Parten, Çağri Saray, Rüçhan Şahinoğlu 'kimlik' kavramını değişik bir bakış açısıyla gözler önüne seriyorlar. Küratör Arapoğlu bu serginin konusu ile ilgili olarak ''Sanat kendisini kimlik tartışmalarından soyutlayamaz, ve ortaya bir kimlik sorunsalını koyabilmek için de öncelikle kimlikler ileri sürmesi gerekir. Ancak bunun arkasından öteki ile ilişkiye geçebilir''diyor. Serginin açılışı ise İnsel İnal'ın 'Masaj/Mesaj' performansı ile gerçekleşecek. "Ben'ler, Sen'ler ve O'nlar" 12 Ağustos'tan 17 Eylül'e kadar açık olacak. Sanatseverler bu sergileri ücretsiz olarak gezebilecekler.

(Cumhuriyet 18 Ağustos 2010 - Serginin adını son anda değiştirmiştim, ama basın bildirisi birkaç yere dağıtılmış olduğundan sergi bazı yerlerde eski adı ile geçti, demek bu da başa gelebiliyormuş!)

Cer Modern’de iki yeni sergi
CER Modern 10 Ağustos Salı günü Yılmaz Zenger küratörlügündeki Gülay Alpay ‘İnteractive’, 12 Ağustos Perşembe günü de Fırat Arapoğlu ...
CER Modern 10 Ağustos Salı günü Yılmaz Zenger küratörlügündeki Gülay Alpay ‘İnteractive’, 12 Ağustos Perşembe günü de Fırat Arapoğlu küratörlüğündeki ‘Ben’ler, Sen’ler, O’nlar’ sergilerini Ankaralılarla buluşturuyor.
Gülay Alpay ‘interactive’ sergisinin en önemli özelliği ismi gibi interaktif bir sergi olması. Ankaralı sanatseverler ile birlikte Ankara Çocuk Üniversitesi’nin minik öğrencileri de Gülay Alpay ile bu özel ışıklı odaların ipek duvarlarını diledikleri gibi boyayıp sergiye aktif olarak katılabilecekler.
Alpay’ın resimleri Yılmaz Zenger’in tasarımları ile birleşince şeffaf, ışıklı, sesli ve çok boyutlu bir sanat objesine dönüşerek Cer Modern’de izleyenlerini bekliyor olacak. Alpay’ın dış etkilere dayanıklı ‘ipek’ Resim Odasının şeffaflığı hem içinden hem de dışından görünürlüğüne olanak verirken, görmekle yetinmeyip içinde dolaşmak isteyenler için de masalsı bir dünyanın kapılarını açacak. Sergi 15 Eylül’e kadar görülebilecek.
Fırat Arapoğlu küratörlüğündeki ‘Ben’ler, Sen’ler, O’nlar’ sergisinde ise sanatçılar Yeni Anıt, Nancy Atakan, Öykü Potuoğlu, Fatih Balcı, Ergin Çavuşoğlu, Konstantin Bojanov, Elif Çelebi, Orhan Cem Çetin, Didem Dayı, Kardelen Fincancı, Tina Fischer, Genco Gülan, İnsel İnal, Gaye Yazıcıtunç İnal, Şükran Moral, Ali İbrahim Öcal, Mehmet Öğüt, Hülya Özdemir, Arzu Parten, Çağri Saray, Rüçhan Şahinoğlu ‘kimlik’ kavramını değişik bir bakış açısıyla gözler önüne seriyorlar. Küratör Arapoğlu bu serginin konusu ile ilgili olarak ‘’Sanat kendisini kimlik tartışmalarından soyutlayamaz, ve ortaya bir kimlik sorunsalını koyabilmek için de öncelikle kimlikler ileri sürmesi gerekir. Ancak bunun arkasından öteki ile ilişkiye geçebilir’’diyor. Serginin açılışı ise İnsel İnal’ın ‘Masaj/Mesaj’ performansı ile gerçekleşecek. “Ben’ler, Sen’ler ve O’nlar” 12 Ağustos’tan 17 Eylül’e kadar açık olacak. Sanatseverler bu sergileri ücretsiz olarak gezebilecekler. ANKARA

(5 Ağustos 2010 Evrensel)


8 Ağustos 2010 Pazar


KİMLİKLER LÜTFEN!/IDs PLEASE!

12 Ağustos - 17 Eylül 2010 – CER MODERN, Açılış: 19:00

http://www.cermodern.org/

Küratör/Curator: Fırat Arapoğlu

Yeni Anıt
Nancy Atakan
Öykü Potuoğlu
Fatih Balcı
Ergin Çavuşoğlu – Konstantin Bojanov
Elif Çelebi
Orhan Cem Çetin
Didem Dayı
Kardelen Fincancı
Tina Fischer
Genco Gülan
İnsel İnal
Gaye Yazıcıtunç İnal
Şükran Moral
Ali İbrahim Öcal
Mehmet Öğüt
Hülya Özdemir
Arzu Parten
Çağrı Saray
Rüçhan Şahinoğlu

Açılış: 12 Ağustos

Açılış Performansı: İnsel İnal, Masaj/Mesaj


KİMLİKLER LÜTFEN!

Oysa yeni, zor düşünme biçiminin bir işareti olabilir.
Susan Sontag

Kimlik sözcüğü, kim ya da ne olunduğunu tanımlayan, bu kim olmanın sınırlarını çizen ya da onu belirleyen bir işlev görmektedir. Bu aynı zamanda, bir yakınlığı veya ilişkiselliği de gösterirken; farklılık kavramı ise, farklı olma durumunu, aynı olmamayı tanımlıyor ve başkalık, ayrımlılık anlamlarını içeriyor.

Üst-söylemler sanatın sınıf çelişkileri, kadın, gay/lezbiyen, göçmen, etnik köken gibi marjinal kimlikler konularını içermeyeceğini öne sürmekteydi/sürmektedir. Halbuki, sınıf çelişkilerinden kaçınılamaz. Aksine, bu noktada egemen bir ideoloji ve tek-söylemlilik yerine, çoğulculuğa ve demokrasiye dayalı tartışmacı bir sanat ve sanat tarihinin gerekliliğini göstermek ve 1990’lardan bu yana artan bir ivmeyle devam eden, Çağdaş Türkiye Sanatı içerisindeki “soykütük” ve “demokrasi” tartışmalarını geliştirmek gerekiyor.

Sanat kendisini kimlik tartışmalarından soyutlayamaz ve ortaya bir kimlik sorunsalını koyabilmek için de, öncelikle “kimlikler” ileri sürmesi lazım. Ancak bunun arkasından “öteki” ile ilişkiye geçebilecektir.

Fırat ARAPOĞLU


ID’S PLEASE!

But the new can be the sign of difficult thinking.
Susan Sontag

The term “identity” has a function of describing who you are or what you are, and of defining the boundaries of or determining who you are. While it shows at the same time closeness or relationality, the concept of difference describes the state of being different and of being not the same and includes the connotations of dissimilarity, differentiation.

Over-discourses have argued and still they do, that art does not include marginal identity issues such as the contradictions of class, femininity, gayness/lesbianship, migration, ethnic origin. However it is not possible to avoid contradictions of the class. Rather it is necessary to show the necessity to have a disputant art and history of art based upon pluralism and democracy should become argued instead of a hegemonic ideology and uniform discursivity, and also necessary to feed the discussions of “genealogy” and “democracy” accelerated from 1990s onwards within the Contemporary Turkish Art.

It is true that art can not isolate itself from the discussions of identity and that it should assert “identities” first in order to postulate an identity problematic. Only henceforth it can relate with the “Other”.

Fırat ARAPOĞLU