23 Ağustos 2010 Pazartesi

VALLA, ‘YEMİN EDEBİLİRDİM!’


VALLA, ‘YEMİN EDEBİLİRDİM!’
FOUCAULT’NUN, BAUDRİLLARD’İN RUHU BU SERGİDE GEZİNİYOR!
Valla, ‘Yemin Edebilirdim!’
FIRAT ARAPOĞLU

Şimdinin, yaşanılan anın yansıdığı, ilk etapta geçmişin ve geleceğin olmadığı, aktüel bir görüntü Daire Sanat’ın odalarından birisindeki duvar yansıtılmış. Webcam ve diğer basit malzemelerin bir araya getirildiği akvaryumda teknolojinin kullanımı, karmaşık multimedyatik şovların aksi bir istikamette, oldukça başarılı. Tabii kişinin kendi görüntüsünü deneyimlemesi Bill Viola, Bruce Nauman dahil sanat tarihinde birçok kez rastlanılan bir durum, ama bu sefer farklı bir noktada.
Daire Sanat’ta 10 Ağustos’ta açılışı yapılan ve Yeni Zelandalı beş genç sanatçıyı bir araya getiren ‘Yemin Edebilirdim’ sergisinin basın sunumundaki coğrafi olarak ‘izole bir konumda’ bulunduğu tespiti dikkatimi çekmişti ve bunu bir problem olarak görmüştüm. Avrupa’ya olan uzaklık ya da bir ‘ada kültürü’ olması üzerinden böyle bir okuma, ‘Batı Sanatı’ kavramının alaşağı edildi bir süreçte, hiç de gerekli bir his olarak gelmiyor bana. 2009 verilerine göre dünyanın en güvenlikli bölgelerden birisi olan Yeni Zelanda’da sanatçı kendini izole edilmiş hissederse, sözcüğün tam anlamı ile Gazze’li sanatçı nasıl hissetmeli kendisini? Neyse, Lindsberg’in prostetik hafıza teorisi ve tıptaki ‘hayalet organ sendromu’ ve bunun medya ile olan ilişkisini sorgulayan sergiye daha yakından bakalım.
HİPERGERÇEKLİK – SİMÜLASYON
Baudrillard ‘Simulakrlar ve Simulasyon’ isimli eserinde şöyle söylüyor: “Hipergerçeklik ve simülasyon, insanı her türlü ilke ve amaçtan caydırabildiği gibi, bu caydırma yeteneğini uzun süre kendisinden yararlanmış olan iktidara karşı da kullanabilmektedir”. Galerinin girişindeki Conor Clarke’ın üç çalışmasında, bu teorinin izdüşümleri gözlemlenebiliyor.
“Rummelsburger See Etrafındaki İstasyonları Gözlemek” isimli seride, Berlin’in eski endüstri bölgesi Stralau Peninsula’yı turist bakışı ile gözlemleyen Clarke, pitoresk bir manzara formunda, endüstrinin doğayı dönüştürümünü iktidar ve kapitalist üretim biçimine karşı kullanıyor. Bu fotoğrafların karşısında yer alan Trenton Garrat’ın interaktif işi ‘Kovma/Kabul’, ‘out of’ (dışında/..mış) kalıbının biteviye devam ettiği radyo yayının altında yer alan, kontrol dışı, gözden çıkmış vb. sözcüklerin yer aldığı bir metin ve ses arası bir ‘sessel/görsel şiir’ uygulamasını, görsel sanatlar içerisine bir enstalasyonla dahil ediyor. Fluxus sanatçılarından Emmett Williams ve Daniel Spoerri’nin ‘somut şiir’ olarak adlandırılan şiirsel deneyimlerini de içeren çalışma, prostetik hafıza teorisine referans veriyor.
GÖRDÜĞÜN GİBİ DEĞİL!
Serginin vurucu işlerinin başında Mark Henley’nin ‘Buzdağı Teorisi’ işi geliyor. Sanatçı, Galata’da açılan ‘Belirsizlikleri Göğüsleyebilme Becerisi’ sergisindeki ‘Bütünlük: Yapısal ve Aksi Halde’ çalışmasında alelade bir nesnenin farklı parçalarından, ayna yardımı ile bir yanılsama efekti yaratmıştı. Buradaki işi ise, gerçek zamanlı (real-time) olarak izleyicinin görüntüsünü anında tespit edip, yansıtan bir webcam ve webcam’in yer aldığı bir akvaryumdan oluşuyor. Bu gerçek zamanlı yansıtma, izleyicinin görüntüsünü duvarda görebilme manevralarında bir transformasyonu yansıtıyor. Bu katalogdaki yazıda, ‘taşıt tutması’ olgusu ile açıklanmış. Henley’in yarattığı etki, Nikos Navridis’in ilk olarak Rosa Martinez küratörlüğünde 51. Venedik Bienali’nde sergilenen ve 2006’da da İstanbul Modern ‘Venedik-İstanbul’ sergisinde kurulan ‘Breath (On Beckett)’ çalışmasının yarattığı olgu-zaman arasındaki farklı ilişkiselliği andırıyor. Buradaki gerçek zamanlı görüntü algı sorununu yansıtırken, Navridis’in işi de sadece 30 saniyelik bir çekimin loop’lanmasıydı. Serginin sunumundaki imge olarak da kullanılan ‘Ayak Uydurmak’ çalışması ise, aynı kavramlara antropomorfik bir gönderme yaratırken –kürek, el ilişkisindeki protez konumu–, Stelarc’ın protezlerini de akla getiriyor.
BEDEN PARÇALARI VE SUÇ BENDE!
Veronica Manchego’nun görselliğinin kalitesi ile dikkat çeken ‘Mağaralar’ videosu, hayvan ve insan bedenlerinin parçalarından oluşuyor. Daire Sanat’ın genellikle videolarının sergilendiği odadaki çalışma, parça-bütün ilişkisini kavramsallaştırma açısından önemli. Ne var ki, Henley, Clarke gibi isimlerin çalışmalarının yanında çok daha naif kalıyor. Cam O’Connell’ın kolektif ve komünal hafızayı sorguladığı ‘Mea Culpa’ serisi, medyatik ama popüler olmayan topluluk imgelerinin yansıtıldığı ama bunun Kartezyen bir grafikle sunulduğu desenlerle sonuçlanıyor.
Prostetik Hafıza, Hayalet Uzuv Sendromu ve bunun medyadaki kullanımı. Kültürel teknoloji ve dolayısıyla sanat da bunu kullandığında yine bir ‘kurgu’ üzerinden hareket edilmiyor mu? Bu da aslında sanatın ‘manipülasyon’ araçlarından biri olabilme, bu şekilde kullanılabilme olasılığını göstermez mi? Öte yandan, elbette ki prostetik hafıza tarihin derinliklerine atılmak istenen, unutturulmak istenen trajedileri görünür kılma yolunda da kullanılacak. Tabii o zaman da şu soru karşımıza çıkacaktır, kimin acısı daha büyük? Ve buna kim karar verecek? Yemin Edebilirdim sergisi bu ve bunun gibi sorgulamaları içererek, sezonun daha henüz tam açılmadığı bir süreçte az, ama etkili bir nefes aldırıyor. Daire Sanat’ta 4 Eylül’e kadar izleyebilirsiniz.
(23 Ağustos 2010 tarihli Birgün Gazetesi'nde yayınlanmıştır; yazının basımında başka bir sergiye dair araştırmamdan dolayı farklı sanatçıların isimleri yanlışlıkla basıldı, editörüm Ali Şimşek'e düzeltme yazısına dair talebimi ilettim F.A.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder