ROBERT C. MORGAN: SANATI YENİDEN KEŞFEDEBİLİR MİYİZ?
“Araçların yarattığı sanallıkta gerçeklik tespit edilemez, yani gösterenler sadece kendilerine referans verdikçe ve hızla çoğaldıkça simulasyona ulaşılır”
Geçtiğimiz günlerde Akbank Sanat’ta sanatçı, sanat tarihçisi, sanat eleştirmeni, küratör ve şair (bir Rönesans insanı formunda) Robert C. Morgan’ın ‘Sanatın Serbest Bölgesinde Demokrasi Sorunu’ başlıklı konuşmasını dinleme şansı buldum. Morgan, konuşmasında küreselleşme, kimlik, özgürlük ve sanatçı konularındaki görüşlerini sanatseverlerle (30 kişi kadardık!) paylaştı.
Elbette bir saatlik bir sunumda bu tip konuları analiz edip, yetkince yorumlamak mümkün değil; ama parça bütünün habercisidir şiarından hareketle Morgan’ın tutumunu görebilme fırsatını yakaladım ve ele aldığı noktaların bazıları Türkiye sanat ortamı için de değerli ipuçları taşımaktaydı.
BİENALLERİN DEMİRBAŞ SANATÇILARI!
İlk maddeden hareketle küreselleşmenin iki aşamalı yapısını ortaya koydu Morgan: Mal/hizmet ve bilgi/sermayenin serbest dolaşımı olan bu yapıda, küreselleşme söylemi, örtüsünün altında, bir sömürgeleştirme zihniyetini de saklamakta. Gizlediği, bir tür Batılılaştırma politikası. Panelist burada tabii ağırlıklı olarak Frederic Jameson ve David Harvey okumalarına yaslandı, kendi örneğini ise Bali üzerinden ve doğal olarak mimari eksenli olarak işaretledi. Bu üst-söylemler (Batı Sanatı vb) dolayısı ile bir-üst baskıyı içermekte ve sanatçının “iç idelojisini” (terim Morgan’a ait) baskı altına almaya çalışmaktadır. Böylelikle de kimlikleri yok ederek, ortaya bir ‘uluslararası’ sanatçı prototipini koymaktadır (Morgan’ın uluslararası bienallerin demirbaş sanatçılarına göndermesine dikkat çekerim).
Sonrasında ise Morgan’ın sorusu geldi: Sanal estetik (Deleuze; Baudrillard vb.) kavram/larının etrafında gezinen bu sanatçı tipi, özgürlüğü nerede bulmaktadır ve nasıl ifade edecektir? Sanatçı öyle ya da böyle ötekileşen olmak; ötekileşmek zorunda. Minör kaçış yolları yaratmalı ve bir söylemi, bir derdi olmalı. Türkiye’de de son dönemlerde birçok etkinliğin başlığı ya da altbaşlığında ötekileşme, sıradışı olma, farklılaşma gibi ibareler taşıması, biraz da bu tıkanmanın tespiti ve giderilmesinde hissedilenleri gösteren bir veri değil mi?
Sanatçı cinsiyet, ırk, yaş, cinsel tercih vb gibi konulardan hareketle, politikasını ortaya koymalı, tabii kastettiğim reel politikten ziyade poetika. Çünkü böyle olmadıkça ortaya ister geleneksel ister ileri teknoloji kullanımlı olsun dekorasyon unsuru olan sanat işleri çıkıyor. Morgan, örneklerini sanatseverlerin yakından bildiği Cindy Sherman, Robert Mapplethorpe gibi sanatçılardan oluştururken, 1993 Whitney Bienali’nin radikalliğini örnek gösterdi (tabii eserlerin satın alındığını ileterek, gerçi bu farklı bir tartışma ve Morgan da bunu pas geçti; zaten salondan bununla ilgili bir soru gelmedi).
Tam burada Morgan (akıllıca bir geçişle) medyaya uzandı: Medyanın, yapısının gerekliliklerinden hareketle, malın kullanım değerinden ziyade dolaşım değerini vurgulamasını ve manipülasyon süreçlerini devreye soktu. ‘Araç mesajdır’ özdeyişinin sahibi Marshall McLuhan’ın karşısına, ustalıkla, ‘Sosyal heykel’ kavramını ve Beuys’u yerleştirdi.
Beuys’a göre sanat bir iletişim aracıdır ve bunu da meta değeri üzerinden değil, ileti değeri üzerinden yapabilir (Anti-McLuhan’cı önerme). Ağ ilişkilerindeki bilgi akışı içerisinde ancak sanat, demokrasi ve özgürlük sorunlarına el atabilir. Bu noktada da şematikleşmeye meyilli, kurumsallaşma edimlerinin karşısına şamanistik bir arınmanın Beuys’cu tavrı yerleştirilmelidir Morgan’a göre. Diğer bir deyişle ‘video’ ya da ‘TV’ sanat değildir, aksine sanat ‘video’ ya da ‘TV’ olabilir. Araçların yarattığı sanallıkta gerçeklik tespit edilemez, yani gösterenler sadece kendilerine referans verdikçe ve artan bir hızla çoğaldıkça simulasyona ulaşılır. Temsil edilen bir şey olmayınca, böyle bir sanat - üst-yapısal nitelikler bir yana -, temel insani ihtiyaçlara dahi bir göndermede bulunamaz (sol analizlere dikkat). Ve böylece Morgan’ın sanatın dokunulabilir olması tezine ulaşılır: Beuys’un yarattığı spiritüel bağlantının yeniden keşfi.
‘VAR OLMAK ÖNERMEKTİR!’
Sanatçının durumuna gelince, Morgan’a göre önce kendi olmalıdır; bunun ardından ancak uluslararası olabilir. Tabii ilerde uluslararası sanatçılar kastına da dahil olabilir (örnekleri çok). O zaman Marcuse’ye gönderme yapmalıydı panelist (ki bunu es geçmedi) “Sanatçı iktidarın karşısında olandır her zaman”. Sanatçı her zaman, her türlü sınırların ötesinde hareket etmelidir. Sanatçının, etik rolünü unutmadan, pozisyon alma gerekliliği vardır (hitap etmeyi arzuladığını düşündüğüm failler ise salonda yoklardı; postmodern sinik tavrın bir apolitik tavır olduğunu belki Morgan’dan da dinlemelilerdi).
“Sanatçı için en büyük edim sanatçı olmamaktır”. Allan Kaprow’un bu etiketlenmeden kaçınma deyişini alıntılayan Morgan, konuşmasının başında öne sürdüğü “kendiniz olmalısınız” ibaresindeki çoğulculukla burada bir çelişkiye düşmekteydi. “Kimlik(ler)” de bahsettiğim uluslararası sanatçılar kastı gibi zamanla katılaşmakta, kabuk tutmaktadır.
Konuşmasının son anlarında sanat tarihçisi/duayen (ki doğru) olarak bazı aforizmalar kullandı. Örneğin “Sanatı ispatlamak zorunda değilsiniz, eğer keyif almak istiyorsanız” gibi. Morgan, günümüz güncel sanatının güzel bir panoramasını çizdi uluslararası çapta bu konunun içinde yer alan birisi olarak. Bitiriş cümlelerinden birisi vurucu nitelikteydi: “Var olmak önermektir, yıkmak ise yok etmek”.
Fırat Arapoğlu
(Birgün Gazetesi, 16 Aralık 2009)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder