12 Aralık 2009 Cumartesi

Ama Yalnız Değilsin!



AMA YALNIZ DEĞİLSİN!

11. İstanbul Bienali’ne Paralel Etkinlikler bir çok sergi mekanında sergiye açılarak sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Galerilerin bu tutumunu kabul edenler olduğu gibi, bu tutumu eleştirenler de ortaya çıktı. “Yalnızım, Ama” sergisi üzerine düşünülmeyi bekliyor

Michel Foucoult, çalışmalarında tekil bir tarih sunar ve modernitenin ilerleme ve “toplumsal refah” önermelerinin aksine, bu tip bir tarih okuması, ilerleme süreci içinde sorun yaratma, sorunsallaştırma özelliklerine sahiptir. Daire Sanat, Denizhan Özer küratörlüğünde “Yalnızım, Ama” teması ile 5 Eylül’de bir sergi açtı. Peki, İnsan Neyle Yaşar? başlıklı bienale paralel bu sergi, temasını nasıl ele alıyor?

Sergi “modern kapitalist” toplumda yalnızlaşan bireyi sorunsallaştırırken, bunun bir kader olduğunu, kolektif bir atılıma izin vermediğini ve sonucun “şimdiki zamana tutunmuş tekil yalnızlıklar bütünü” olduğunu ileri sürüyor. Öncelikle, 1990’lar sonrasının yalnızlıklarının birey – toplum çatışkıları ile beraber, post-modern yönelimin “özneyi” tahrip etme stratejisinden de çıktığını hatırlatalım. Yalnızlığın kökenlerinde sadece modernizm değil; yeni malzemelerin önünü açan Jean Dubuffet, Yoko Ono, John Cage gibi neo-avangardlar da var. Günümüzün öznesi biraz da kendi “yalnızlık” öyküsünü kendi yazmaktadır.

Sanatçıların çalışmalarında, Ardan Özmenoğlu, günlük hayatta aşina olunan bir yazının ironisini, neon ışıklar ile veriyor. İ Sık ele alınan bir konu olması, enformasyon niteliğini zedeliyor, ama yerel, popüler-kültürü vurgulaması önemli. Burçin Erdi, “Şişedeki Balık” isimli büyük boyutlu triptik, tuvalinde (300 x 140 cm.) farklı görüntüleri eşzamanlı (senkronize) bir biçimde iletiyor. Arman Tadevosyan ise çalışmaları ile oldukça iyi reaksiyonlar alıyor. Sanatçıdaki potansiyeli görünür kılan küratörün, sanatçı ile daha uzun dönem çalışacağını ileri sürmek mümkün. – Denizhan Özer’in yüzey çalışmalarındaki seçimleri, bence, en az eleştiri alacak nokta.
Fotoğraf çalışmalarından Deniz Ünal’ın “Sandalye” isimli fotoğraf çalışması “kadın bedeni” sorgulaması ile birçok feminist performansı hayrete düşürecek, yetkin bir çalışma. Daphna Talmor’un “İsimsiz”, iki çalışması, sergi konsepti ile bağlantısını “çok net” veriyor ki; tam da bu dolaysız açıklığı nedeni ile çok daha temkinli ve tekniği paradigmanın önüne geçirmiş olarak yorumlanabiliyor.

Gül Ilgaz’ın “Tutunmak” çalışması sanatta materyal kullanımı ile yeni medya formlarının aranması, sanatın tarihine referanslar göndermesi ile yetkin bir üretim. 1960’ların ortasında fotoğrafları, foto-baskı olarak endüstriyel olarak üretmeyi hedefleyen Fluxus’a ve yer yer Pop-Art göndermeleri var. Carolyn Thompson “Aramızdaki Şeytan” isimli ufak parçalara ayrılmış kağıt ile oluşturduğu çalışmasında dönüştürücü bir yapıbozum geliştirmiş. Bir metni dönüştürerek sanatta “biriciklik” ve “fabrikasyon” arasındaki sınırları belirsizleştirmeye çalışıyor; anlatı ve dilin sınırlarını sorgulayan, ufuk açıcı bir iş.

Pavel Kim, serginin etkileşimli bir iş olan tek çalışmasına sahip. Kim, 11. Bienalin “İnsan Neyle Yaşar?” temasına göndermeli iki taraflı bir broşür bırakıyor ve sizden bu soruya cevabınızı arka kısma yazıp, bir saydam kutunun içerisine atmanızı istiyor. Kim’in bu enformasyonu nerede kullanacağını bilemiyorum; ama bir şekilde farklı bir projede sunacağını çıkarsayabiliriz. Serginin tek videosu Recep Akar’ın, “Orada” isimli çalışması. Sanatçının “sinemacı” kimliğini ve sinemanın anlatım dilini kullandığı netlikle görülüyor. Sinema dilinin yoğun kullanımının video sanatı ile uyumu tartışılabilir bir konu.

Genel olarak serginin bende uyandırdığı sorular ile bitireyim: Yalnızlık çoğaldığında, tikel bir durum olmaktan çıkar – Hepimiz yalnızsak, o zaman yalnızlığı paylaşırız. Bu çıkarsama bizi genelleştirilmeci Hümanizme geri götürme tehlikesini barındırırken; sanatçılar – küratör disipliner bağlamda çalıştıkları sınırları (fotoğraf, video, resim) moderniteye borçlu değiller mi? Jean Dubuffet vb aksine; kültür endüstrisinin koşullarında, etkileyici özgeçmişlere sahip sanatçı sunumu, liberalizmin rekabet ve başarıya dayalı sistemini tekrar eder mi? Modern kapitalist sistem eleştirisini verirken, teknolojiye dayalı işlerin (Özmenoğlu, Akar, Ünal gibi) kullanımı, kurumsallaşmaya yüz tutan post-moderniteyi çınlatır mı?

Cevaplar ne olursa olsun, sergi önemli bir temayı dokuz sanatçının işleri ile sunuyor. Nihai olarak seyirlik bir eğlenceden ziyade, sorgulamaya değer bir soru ve işlere sahip. 3 Ekim’e kadar sorular sorma zamanınız var.
Fırat Arapoğlu (Birgün Gazetesi, 27 Eylül 2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder