Kamusal Alan - Kamusal Eleştiri ve Ucube heykel
Fırat Arapoğlu
Sanat eleştirisi, oluşturmayı çabaladığı kamusal estetik beğeninin piyasa değerleri ve popülist siyaset dili aracılığı ile manipüle edildiğinin farkında artık. Bu bağlamda bir grup kanaat önderi (!), siyasetin popüler siyaset dahil olmak üzere söylemlerini ürettiği kültür endüstrisinin kamusal alandaki etkinliklerinin bir parçası olurken, diğer bir grup entelektüel, üniversitelerin/sanat elitlerinin içerisinde kalan dar bir araştırma alanı içerisinde kalmış durumdadır. Günümüzde üniversitelerin angaje yapısı göz önüne alındığında, bu ikinci ihtimalin birincinin sınırları içerisinde kalma durumu daha da fazlasıyla gözlemlenmektedir.
Eleştirmenin kültür endüstrisi içerisinde etik-estetik toplumsal kaygılardan kaçınarak, “kitleyle” gireceği olası dirsek teması, eleştirinin “özel” olma karakterini devre dışı bırakıyor. Elbette, başbakanların ya da üst-düzey bürokrasinin de sanatsal edimler üzerine söz söyleme özgürlüğü vardır. Ama kültürel söylem alanı ile toplumsal iktidar dünyası arasındaki doğrudan ilişkiyi fark etmek için de, üniversite mezunu olmak gerekli değildir. Önemli olan, her ikisinin de aynı yapılara sahip olmadıklarını görebilme becerisini geliştirmektir. Kastedilen soylu, otoriter bir “bürokratik, elitist” sanat eleştirisi değil, ama eğitimli sıradan insanlar olarak – buna politikacılar da dahildir – incelikli bir söylem üretimidir. Fizyolojik ve psikolojik açıdan herhangi bir konu okunabilir, ama kültürel açıdan “okumanın değeri” tartışma konusudur. Sadece okuma değil, anlama ve özümseme ediminin de önemli olduğunun altının çizilmesi gerekiyor.
Eleştiri, sanat tarihi ya da güzel sanatlar vb. gibi belirli mesleki klikleşmenin ya da belirli bir toplumsal sınıfın tekelinde değil elbette. Fakat, “beğendim, olacak” ya da “beğenmedim, olmayacak” şeklinde bir tanımlama; geleneksel, tek kişinin şahsında simgeleşen “mesenler” dönemini anımsatmaktadır. Günümüz bienallerinin, trienallerinin ve 2010 AKB Projeleri’nin anonim ortaklıklar, kolektif destekler üzerinden yürütülebilmeleri gerçeği düşünüldüğünde, bu tarz yorumlar anakronik bir hata olarak durmaktadır. Başbakanın Mehmet Aksoy’un heykeli üzerinden “ucube” tanımlamasını kabul etmek olası değil; velev ki, oluşturduğu tümceler doğru olsun, fakat bu sefer de, genel seçimlere tarihsel açıdan yakın oluş, ister istemez bu söylemler üzerine soru işaretleri oluşmasına neden olmaktadır. Kars halkının “ucube” (!) heykeli istememesi ile paralel olarak eleştirel teorinin mirası olan “devlet içindeki kamuoyu üstünlüğü” ya da “çoğunluk hegemonyası” konuları gündeme gelmiştir.
Burada önemli olan noktanın başında sanatçılar, sanat tarihçileri, eleştirmenler ve galericilerin oluşturdukları sınıfın, belirli standartlarda bir yapı oluşturmamasından gelen sorunlar gelmektedir, bu gruplar tam anlamıyla örgütlü değillerdir ve kolayca dağılmaktadırlar ve nitekim bu konuda Türkiye’de çekilen sorunlar gayet açıktır. Bunun yanında kamu sınıfı ile “aydınlar” sınıfı arasındaki fiili kamplaşma da netlikle gözlemlenebilmektedir. Kamunun sisteme sabrının olmaması, uzun uzun sanat eleştirisi formalitelerine vakit ayırma tenezzülünde bulunmayacağı bellidir. Ortada olan gerçek, politikanın ve bağlı bulunan kitlenin, kültürel söylemler ve sanat yapıtları üzerine olan okumaları dikkate almadığıdır
Ucube heykel tartışması konusunda eleştiri kanadından, ortaya çeşitli yaklaşımlar çıktı: a) Heykelin, bu eleştiriye ben de katılıyorum, 21.yüzyılın ilk çeyreğinde üzerinde taşıdığı arabesklik ve naifliği ortaya koyan eleştiriler b) Heykelin, zaman-dışı ve 21.yüzyıl tersi bir konumsallıkta bulunması nedeniyle temkinli yaklaşan eleştirmenler c) Heykele dair açıklamaları toptan yadsıyıp, sanatçının yanında yer alarak kınayanlar. Sanat eleştirisi bu noktada nerede duracaktır? Çoğunluğun lehinde mi olacaktır yoksa azınlığın mı? Beni daha çok ilgilendiren eleştirinin alacağı pozisyonlardır. Bir sanat yapıtının belirli estetik-ideolojik normlara rağmen üretimi konusunda ne düşünüldüğü netlikle ortaya konulmalı. Yoksa, yazının başına geri dönersek, bu durumdan galip çıkanın söylem değil, piyasa ve popülist-siyasi belirlenim olacağını görmek için değil “güzel sanatlar”, üniversite mezunu olmaya da gerek yoktur.
Terry Eagleton, “Kültür Yorumları”, Ayrıntı Yayınları, İstanbul – 2005, 171 sayfa.