54. Venedik Bienali Üzerine Ertelenmiş Yazılar I
Fırat ARAPOĞLU
Bienallerin ömrü sona mı eriyor acaba ve Baudrillard’ın yazdığı gibi sanat çoktan çekip gittiği, halde yok oluyormuş gibi yapmayı mı sürdürüyor? Venedik Bienali alanlarından Giardini’deki tuvaletlerden birisindeki duvar yazısında “Art should be about fucking, not masturbating” (Sanat s.işmekle alakalı olmalı, mastürbasyonla değil) yazarken, acaba haklı olduğu yerler var mı?
Bu ve buna benzer düşüncelerle Gairdini’den içeri girdiğinizde, bazı ülke pavyonları ekseninde ana mekanın girişinde sizi Josh Smith’in Iluminations yazısı karşılıyor. İçtenlik ve ironinin iç içe geçtiği bu çalışmaya yaklaşırken sizi ulusallık, din ve tarihin bir kurgulama olduğunu vererek, onların simgelerini boşaltan Latifa Echakhch’ın boş bayrak direklerinden geçiyorsunuz. Bu çalışma kanımca bienalin en vurucu işlerinden.
Giardini bahçesi girişindeki pavyonlardan en dikkat çekeni İspanyol pavyonu denilebilir rahatlıkla. Dora Garcia’nın “Lo inadecuado” (yetersiz, eksik) çalışması işgal etme mantığı üzerinden sergi düşüncesini yer değiştirmeye uğratıyor; kapıda size yakınlaşan ve anlamadığınız bir dilde size konuşarak dilenen bir genç siz anlamsızca bakıp, uzaklaşırken birden haykırarak içerde hazırlanan ve üzerinde inadecuado yazan platform üzerinde koşmaya başlıyor. Bu etkileyici çalışmanın referanslar arasında elbette John Gay’in “Beggar’s Opera”sı var. Etkileyici yerleştirmesiyle Hollanda pavyonundaki 8 sanatçının kolektif işleri de önemli. Opera Aperta/Loose Work temalı yerleştirme özellikle ayna ve yansıma kullanımı ile daha girişten itibaren izleyiciyi içine çekiyor.
The United States of America
Amerika Birleşik Devletleri pavyonu, kendi kendisinin ironisini yapma, itiraf ve ifşa kültürüne sahip bir sistemin sunumu noktasında dört dörtlük. Tabii bunun yanında hayallerinizin uçsuz bucaksız olabilmesi noktasında “bütçe” konusunun önemi de açık. Jennifer Allora & Guilermo Calzadilla’nın yer aldığı pavyonda neler yok ki; Indianapolis Museum of Art’ın sunumunda ters çevrilmiş bir tank üzerinde belirli aralıklarla tankın sağ paleti üzerinde koşan performansçılar, bir solaryum cihazı içerisinde bronz döküm bir özgürlük anıtı ve devasa bir kilise organ biçiminde tasarımlanan bir ATM (Sırasıyla Track and Field, Armed Freedom ve the Algorithm). Tüm bunların ışığında özellikle tankın çalışma anlarında, tüm dikkatleri gürültüsüyle kendisine çekiyor Track and Field.
Diğer önemli bir sunumu Fransız pavyonundaki Christian Boltanski. Sanatçının bir matbaa basım makinesi şeridi biçiminde tasarlanan dizge içerisinde çalışma ağları, belirli aralıklarla verilen vardiya zilleri modernitenin bant üretimiyle dijitalize olan üretim çıktıları arasındaki bağları işaret etmesi açısından oldukça önemli. Bunun dışında Güney Kore Pavyonu’nda Nam June Paik, Joseph Beuys, Marcel Duchamp ve John Cage’e bir atıf olarak tasarlanan çiçekli askeri kıyafetler, Lee Yongbaek’in ustalıklı bir tasarımını işaret ediyor, tabii Nam June Paik, Shigeko Kubota gibi öncü sanatçıların mirasının izlerini taşıyarak; bunun aksine 1960’ların Ongaku gibi devrimci gruplarına sahne olmuş Japonya Çağdaş Sanatı’nın artık “ileri teknoloji ürünü bir dekorasyon malzemesine” dönüşmesi bir o kadar anlamsız bir sürece işaret veriyor. Tabaimo’nun teleco-soup’u etkileyici mi? Evet, ama o kadar.
Bunların dışında Venedik Pavyonu’ndaki Mariverticali (Fabrizio Plessi) çalışmasında gondollar içerisine yerleştirilen ve düşey olarak akan suyu gösteren yerleştirme, hem prodüksiyon hem de etkileyicilik açısından göze çarptı, Romanya Pavyonu’nun sol vurgularla oynadığı anarşist rol, Venedik Bienali’ndeki yeri – kendileri bunu ironize etse de – sorgulamaya açık.
Tüm bunların haricinde tüm Giardini’yi bir kısa yazıda değerlendirmek çok zor. Akıllarda kalan işler Maurizio Cattelan, Philippe Pareno, Jacopo Robusti – Tintoretto (bienale dahil bir usta düşüncesi ustaca geldi bana açıkçası), Cindy Sherman, Sigmar Polke, Llyn Foulkes. Arsenale izlenimlerini bir sonraki yazıya bırakalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder