art-ALAN
Fırat ARAPOĞLU
Kopyala-Yapıştır, Montaj! Montaj!
Yazarı yaşayan, 2010 yılında basılan bir kitabın önsözü neden 2005 tarihli olur? Bir yazar, aktüel sanat ve sanat eleştirisi sorunsalına daha net parmak basabileceği bu olasılığı neden es geçer?
Merhabalar, bundan sonra ‘EK!’de görsel sanatlarla ilgili deneyim ve düşüncelerimi paylaşabileceğim ve bunun üzerine Birgün’ün kültür-sanat sayfasındaki eleştirilerime göre daha farklı, paylaşımcı bir platform oluşturmaya çalışacağım. Her türlü konuda bana yazabilirsiniz, köşenin el verdiğince oluşturabileceğimiz yaratıcı tartışmaları burada belirtebilirim. Bu hafta bir kitap, birkaç sergi haberi ve sanat ve sanat eğitimi üzerine sempozyumlarda gözlemlediğim bir konu özelinden başlangıç yapalım.
Prof. Dr. Ayla Ersoy Türkiye Sanat Tarihi’nin önemli isimlerinden. 1982 – 2006 yılları arasında, tam 24 yıl Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı ve hala bildiğim kadarı ile Yeni Yüzyıl Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Dekan Vekili olarak görev yapmakta. Ben bu değerli ismin ‘Sanat Eleştirisi’ başlıklı kitabında gözlemlediğim bazı olgulara değinmeye çalışacağım (Artes Yayınları, İstanbul – 2010).
ÖNSÖZ – BASIM TARİHİ UYUŞMAZLIĞI
Yazarı yaşayan, 2010 yılında basılan bir kitabın önsözü neden 2005 tarihli olabilir? Bir yazar, aktüel sanat ve sanat eleştirisi sorunsalına daha net parmak basabileceği bu olasılığı neden es geçer? Bunlar daha kitabın başında sadece benim değil, birçok okuyucunun da aklına gelmiştir. Hem 2005 – 2010 arası süreçte önemli şeyler yaşanmadı mı? Birincisi Tophane çeşitli galerilerin gruplaştığı bir merkez olarak ortaya çıktı. İkincisi Mısır Apartmanı Casa Della Arte, Galeri Nev’in taşınması ile İstiklal Caddesi’nin ortasında farklı bir konum yarattı. Üçüncüsü 2007 ve 2009’da ikisi de çeşitli biçimlerde ses getiren iki önemli Bienal yaşandı. Sanat eleştirisi bu majör olaylardan etkilenmedi mi bu 5 yıllık süre içinde?
Kitabın editöryel olarak iyi yönetilmediğini gösteren parametrelerden birisi de redaksiyondaki sıkıntılar. 24. Sayfada Sezer Tansuğ’un 1976 tarihli bir yayınına atıf görüyorsunuz ama bunu kaynakçada bulamıyorsunuz. Aynısı György Lukacs’a atıf verilen 30. Sayfa için de geçerli. Öte yandan cümle düşüklükleri ve düpedüz yanlış kelime basımları da çok can sıkıyor. Önemli bir ismin kitabında “Bu ele alınana (?) yapıtın üretildiği çağın değer ölçütleriyle yargılanması demektir.” (s. 27); “Hatta yerleşik kuralları yıkmayı baçlıca (?) amaç edinen …” (s.27) gibi hatalar, böyle iddialı bir kitap başlığına hiç yakışmıyor.
ELEŞTİRMEN KİMDİR?
Biçimsel olanların yanında, biraz da içeriksel yanlışlara değinmek istiyorum. Bölüm 1’in altbaşlıklarından olan ‘Eleştirmen Kimdir?’ kısmında da dikkatlerden kaçmayacak bazı tespitler var: “İyi bir eleştirmen ruhunun maceralarını şaheserler ortasında bulan kişidir.” Sayın Ersoy, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde bu nasıl bir tespit? 1973’te Nicos Hadjinicolau’nun ‘Histoire de l'art et lutte des classes’ kitabı yayımlandığında (Türkçe çevirisi 1987), sanat tarihinin gerici bir bilim dalı olduğunu iddia ederken, John Berger de yazılarıyla geleneksel sanat eleştirisini alaşağı etmişti. Yine İngiliz ekolünden Michael Baxandall 1985 yılında ‘Patterns of Intention’da ‘ekhprasis’ yazımının çağdışılığını gösterirken, - henüz Türkçeye çevrilmiş değil, kendime referans vermek zorundayım, ilk iki bölümünü 2006’da çevirdim -, bu alandaki son etkili eleştirilerden birisi İngiliz sol yazınından geldi; Jonathan Harris 2001’de ‘the New Art History: A Critical Introduction’ (Yeni Sanat Tarihi: Eleştirel Bir Başlangıç) kitabında değil romantik yazımı, sanat tarihinin 1860’lardan bugüne tüm bir geleneğinin yapı-bozumunu sundu.
FORMALİST BAKIŞ AÇISI
Ersoy’un kitabından bir alıntıyla devam edelim: “Sanat tarihinde büyük şaheserler yaratmış 20 yaşında genç sanatçılar bulmak zor değildir, ama 20 yaşında sanat eleştirmeni bulmak neredeyse imkansızdır. Çünkü eleştirmen yıllarca süren gözlem, araştırma ve bilgi birikimiyle yoğrulmak zorundadır” diyor. Oysa John Ruskin ‘Modern Painters’ın (Modern Ressamlar) ilk cildini yayımladığında 24 yaşındaydı. Ülkemizde de oldukça iyi bilinen ve birçok eseri çevrilen, -Ayla Ersoy’un da iki eserine referans verdiği- John Berger ilk eleştirilerini yazmaya başladığında 22 yaşındaydı. Ülkemizde AICA Başkanlığı’nı yürüten Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Burcu Pelvanoğlu’da 2000’in ortalarından bu yana yayınlarını sürdürüyor. Pelvanoğlu, 1980 doğumlu. Bu görüşe tam anlamı ile katılmak olası değil. Bilgilenme süreci ve yazarlık, uzun süreçli emekler ve denemeler isteyen bir süreç, kabul. Peki, bunun için yılların mı geçmesi gerekiyor? Emeği, yaşamınızın 20’li yaşlarında sığdırabildiğinizde de etkili sonuçlar alamaz mısınız? Futbolda istatistikler bazen topa çok sahip olmayan takımların maç kazandıklarını gösteriyor; o zaman topu rakibe mi versinler? Öte yandan meslekte yıllardır yazı yazan bazı eleştirmenlerimizin artık kendilerini tekrar ettikleri ve hiçbir kuramsal yaklaşım geliştiremedikleri de ortada. Madem yılların gözlemleri, araştırma ve bilgisi gerekiyor. Bu gözlemi kabul ettim diyelim neyi araştırıp, hangi bilgileri sundular?
Kitabın diğer bir savını da burada anmak gerekiyor. Bu, 70. sayfadaki “Hiçbir sanatçı çağına karşı yapıt yaratamaz.” aforizması. Bu formalist bir bakışın, Wölfflin – Arnheim dizgesinden gelen bir bakışın izi. Bu bakış açısını kırabilmek için sadece Marcel Duchamp örneğini hatırlamak yeterli... Larry Shiner’ın belirttiği gibi Duchamp’ın fiziki varlığı 20. yüzyılın ilk yarısına aitse de, etkisi ve sonuçlarına ilişkin yorumlar 1950’lerden itibaren önemli.
‘GÖRMEZDEN GELİNEN’ ELEŞTİRMENLER
Son olarak kitapta Türkiyeli sanat eleştirmenlerinin listesi bölümü bulunuyor. Fikret Adil’den Levent Çalıkoğlu’na kadar gelen bir isim listesi var. Burada da açıkçası seçilen tercihlerde bir eksiklik var. Hadi Türkiye’de sanat eleştirisinin ortaya çıktığı süreçten çağdaş eleştiriye kadar gelen kısmı bir ‘seçim’ olarak değerlendirelim ve bunun eleştirisini Kaya Özsezgin gibi isimlere bırakalım. Fakat Ayşegül Sönmez, Esra Aliçavuşoğlu ve Ahu Antmen’in görmezden gelinmesi konusu oldukça ilginç. Açık konuşmak gerekirse Türkiye’nin zaten sayıları iki üçü geçmeyen kültür sanat sayfasına sahip gazetelerinden ikisinin yazarları bu isimler. Sönmez Radikal, Aliçavuşoğlu yıllardır Cumhuriyet ve Antmen’de Radikal’de yazdılar/yazıyorlar. Her üç isimde önemli olduğu gibi, son ikisinin doktoraları da ‘Türkiye’de Çağdaş Sanat’ üzerine. Ahu Antmen ve Ayşegül Sönmez, Kasım 2008’de ‘Gençsanat’taki araştırmada Levent Çalıkoğlu ile beraber ilk üç isim arasında yer de aldılar. Hasan Bülent Kahraman, Ali Şimşek isimlerinin olmamasını da buna eklemeliyim.
VE NİTELİKSİZ TEKİLLİKLER...
Bu yazdıklarım bir rica, öneri ya da eleştiri olarak mı alınır bilemem ama son dönemde gözlemlediğim olgulardan birisini daha paylaşmam gerekiyor. Şimdilik nominal davranmayacağım ama düzenlenen bilimsel sempozyumların çoğu ya dostlar alışverişte görsün ya da yardımcı doçent ve doçent olacak öğretim üyelerine puan getirmesi için düzenleniyor gibi görünmekte. Hadi bunu da bir an kabul edelim, doğal diyelim; seçici bilimsel kurullar nasıl görevlerini gerçekleştiriyorlar bunu anlamak da olası değil. Bakıyorum, karşılaştığım araştırmalar ya herhangi bir mesai harcanmamış, kopyala – yapıştır romantik metinlerle montajlanan yeni metinler ya da hiçbir sonuca varmayan, defalarca işlenmiş konular. İki nedeni var sanırım bu işin; ya sempozyum bilim kurulları gönderilen metinleri okumuyorlar ya da çağdaş sanat yazınını takip etmiyorlar. Özellikle sıkıntılı bir konu sanat eğitimi üzerine yapılan anketler. Koşullu ve sonuçları bilinen anket sorularından yapılan araştırmalara ne dememiz gerekiyor? Bu özgün ve çığır açıcı bir araştırma olarak değerlendirilebilir mi? “Türkiye’de Güzel Sanatlar Fakülteleri’ndeki atölye, malzeme olanaklarını bütüncül olarak yeterli buluyor musunuz?” sorusunun cevabı gayet açıkken, bu soruya %99 oranında “Hayır” cevabını alıp, bunu makaleleştirmenin ne anlamı var? Açıkçası sanatta ihtiyacımız olan bu tarz içi boş anketler değil, spekülatif önermelerle Türkiye Sanat Eğitimi’nin global ölçekte bulunduğu konumu sorgulamak. Hem bu bildiri önerilerini veren araştırmacıları anlamak da güç: Bir araştırmacıya “özgün araştırmacı” kimliğini veren, nicelik olarak “tek” olmasıdır. Bunun aksine araştırmacılar monolitik olarak çoğalırlarsa değerlerini kaybederler, çoğul içerisindeki, niteliksiz “tekillikler” olurlar.
KUTU: Kasım Ayına Dair Etkinlik Notları:
Antakya Bienali: 15 Ekim – 20 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilecek 2. Uluslararası Antakya Bienali’nin bu yıl ki konsepti “Anlayışınız İçin Teşekkür Ederiz” başlığını taşıyor. Bienalin ana mekanları Antim İş Merkezi ve Zet Galeri, ayrıca sekiz kamusal alanda da işler yer alıyor. Etkinliğin küratörleri Arzu Yayıntaş ve Dessislava Dimova.
Ekrem Kahraman “Bulunduğumuz Yer… Geçtiğimiz Zaman…” başlıklı, Cep Sanat Galerisi tarafından düzenlenen kişisel sergisi ile 21 Ekim -21 Kasım tarihleri arasında The Marmara Pera Sanat Galerisi’nde.
Serkan Zihli ve Selin Söl ortaklığında farklı bir konsepte doğru geçen ‘Daire Tophane’, Avusturya’da yaşayan ve çalışan Türk sanatçı Esin Turan‘ın Türkiye’deki ikinci kişisel sergisi “Pötikare Hayatlar"ı 26 Ekim – 20 Kasım tarihleri arasında sergileyecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder