“Infinite dreams I can’t deny them, infinity is hard to comprehend” (Karşı gelemediğim sonsuz düşler, sonsuzluk kavranması zor). Infinite Dreams isimli 1988 tarihli Iron Maiden parçasının giriş sözleriydi bunlar ve ilk dinlediğim şarkılarıydı. Lise yıllarında başlayan Iron Maiden serüveni, tüm albümlerini hatta single’larını, the First Ten Years Collection serisini, konser kayıtlarını vb. her şeyi alarak ve dinleyerek geçti. Öyle ki bir müzik grubunun fanı olmanın gerektirdiği her şeyi Iron Maiden için yaşamaktaydım, tüm grup üyelerini özgeçmişleri ile beraber nüfus memuru tadında bilmek gibi bir şey bu.
Mastodon, In Flames, Alice Cooper ve Slipknot izlenimlerini başka yazarlara bırakıp, çok daha iyi takip ettiğim bir grup olarak, konserin headliner’ı Iron Maiden üzerinden devam edeceğim. Gruptan 1990’ların sonunda ayrılarak kendi projelerine yönelen Adrian Smith ve Bruce Dickinson’un dönmesi ile birlikte Iron Maiden mahşerin 6 atlısı biçiminde karşımızdaydı artık. Dickinson ve Smith’e ek olarak grubun efsanevi bas gitaristi ve kurucusu Steve Harris, Dave Murray, Nicko McBrain ve Janick Gers ile bu kadro tamamlanıyor. Grubun Fear of The Dark albümün ardından Bruce Dickinson’ın ayrılması sonrasında, Blaze Bayley ile yapılan albümlerde Steve Harris’in grup üzerindeki kesin hakimiyeti oldukça belirgindi – Parçalardaki uzun bas sololarını hatırlarsanız. Dickinson’un dönüşü sonrasındaysa the Wicker Man, El Dorado, Blood Brothers gibi besteler geldi. Fakat görünen şu ki, Maiden beste yapma yeteneğini çok kaybetmemiş görünse de, her müzisyenin başına geldiği gibi sonbahar dönemini yaşamakta. Sahne performansına gelince, Maiden bu performans rekorunu hala kimseye bırakma niyetinde değil, yorgunluktan ya da alkolden sesi çıkmayan vokaller, yanlış notalar basan gitaristler, ritim kaçıran bas gitarist ya da davulcuları aklınıza getirdiğinizde, Iron Maiden hala hatasız çalıyor ve oradan oraya sahnede koşturarak seyircinin nabzını son ana kadar yukarıda tutmayı beceriyor.
Açılışı Satellite 15…The Final Frontier ile yapan grup, El Dorado, 2 Minutes to Midnight, the Talisman, Coming Home ve Dance of Death ile konsere devam etti. Ardından İngiliz bayrağı ve kırmızı urbalarıyla sahneye fırlayan Bruce Dickinson ile birlikte The Trooper parçasıyla konser sürdü. The Wickerman ile gaz kesilmezken, Blood Brothers’ın girişinde “Irak, İran, Suriye her yerde Iron Maiden fan’ları var, Maiden her dilden, dinden, ırktan insana ulaşır” diyerek Dickinson’ın retoriğini ve bu arada sahneden görebildiği beleşçilere olan takılmasını dinledik. When the Wild Wind Blows’un ardından tüm zamanların efsanevi heavy metal parçalarından Fear Of the Dark hep bir ağızdan söylendi ve bu kısım Iron Maiden’ın kendi adını taşıyan parçası ile bitti. Bis ardından The Number of The Beast ve Hallowed Be Thy Name klasiğiyle devam eden konser, 31 yıl öncesine ilk albüme dönerek Running Free ile sona erdi.
Metal Hammer’ın son sayısında Bruce Dickinson şu demeci vermişti: “I got into trouble for saying that we’re better than Metallica…and, it’s true!” (Bunu söyleyerek başımı belaya sokacağım; Metallica’dan daha iyiyiz ve bu doğru). Bunu hatırlatmasına çok gerek var mıydı bilmiyorum ama, Sonisphere İstanbul 2011’deki 15 bin kişiyi görünce sanırım demecinin doğruluğunu bir kez daha test etme imkanı bulmuştur. Gelecek yıllara iki katı büyük bir mekanın gerekliliğini vurgulamasını unutmadan, organizasyondaki diğer sıkıntıları şimdilik unutmak gerek, kulaklarımda hala Iron Maiden parçaları varken. Up the Irons!