‘MEVSİMLİK İŞÇİ’ OLARAK SANATÇI
Sergi sizi Stefan Nikolaev’in ‘Cry Me a River’ çalışması ile karşılıyor. Bakır – altın kaplama malzemeden duvara gömülmüş olan banka ATM’si, izleyiciye Arthur Hamilton’ın aynı addaki dizelerini anımsatıyor.
Hemen bu çalışmanın arkasındaki alanda, serginin diğer vurucu işlerinden birisi olan Luchezar Boyadjiev’in ‘GastARTbeiter’ çalışması görülebiliyor. 1990’lardan 2000’e kadar ‘Batı’nın Doğu Avrupalı bir sanatçı olarak kendisi için harcadığı masrafların kalemlerini tutan Boyadjiev, ulaşım biletleri, otel masrafları, harcırahlar, ödüller, rezidanslar, kataloglar ve prodüksiyon maliyetlerini gözler önüne seriyor. Ortadaki toplam rakam ise 130 bin, hatta 150 bin dolar civarında. Böylece ‘sözde’ batının, doğu Avrupa kökenli bir sanatçıya yapmış olduğu 10 yıllık bir yatırımın muhasebe hesaplarına şahit olabilirsiniz. 4. İstanbul Bienali ve 6. İstanbul Bienali’nden de hatırlanılacağı üzere Boyadjiev, toplumsal yapıdaki birçok çelişkili durumu sorgulayan ve göstergebilimsel analizler geliştiren bir sanatçı. Sözünü estetik bulutun arkasına çok da gizlemeyen, dili açık, sözünü esirgemeyen işleri ile sanatseverleri şaşırtmaya devam ediyor Boyadjiev. Çalışmanın adının, Almanya’ya göçmen olarak çalışmaya gelenler için kullanılan ‘gastarbaiter’dan türemesi de gereken kavramsal içeriği, ironik bir şekilde kapsayabiliyor.
KOMÜNİZM ASLA OLMADI Kİ!
Antrepo’nun girişinden itibaren aksındaki duvarda karşılaşılan Cipran Muresan’ın ‘Communism Never Happened’ (Komünizm Asla Olmadı) çalışması, içerisinde zaman ve tarih arasındaki anakronik sorunları işaret etmesi açısından önemli bir iş. Bugün gelinen noktada, krallıklar, komünizm ve liberalizm arasındaki süreçselliklerde kendisini arayan ve temsil eden/edilen Doğu Avrupa’yı, Winston Churchill “Tüketebileceğinden çok daha fazla tarih üretmiş” olarak imlemişti. Bu yönetimsel tutumlar bir yana, çalışma Doğu Avrupa coğrafyasının taşıdığı paradoksları görünür kılarken, 11. Bienal’deki bazı karamsar ya da kötü mizahi tutumdaki çalışmaların aksine, belki de tekrar bir araya gelebilmenin yollarını, post-komünist bir sürecin yaşanma olasılığına bırakıyor.
Martha Rosler’ın işlerinin mirasını taşır bir biçimde sergide yer alan sanatçılardan Cristina Lucas da, işlerine aşina olduğumuz sanatçılardan. Küratörlüğünü Hou Hanru’nun yaptığı 10. Uluslararası İstanbul Bienali’nde “Pantone” adlı çalışması ile Entre – Polis’te (Antrepo 3) yer alan alan sanatçı, burada İÖ 500’den 2007’ye siyasi haritaların değişimini gösteren bir animasyon sergilemişti. Bu sergideki “Ekonomik Popüler Avrupa” çalışmasında, bozuk paralara yerel dillerde verilen isimlerle dünyasal ölçekte paranın durumlarını gösteriyor. Böylece yerel bilgiye dair estetik bir kodun, ekonomik yansıması görülebiliyor. Deneyimli isimlerden, 2005’te hayata veda eden ünlü küratör Harald Szeeman’ın eşi olan Ingeborg Lüscher ise, ‘Füzyon’ adlı, 42. Venedik Bienali’nde de gösterilen ve futbolun “endüstriyel futbol” kavramının kıskacı altındaki yapısını yansıtan bir çalışma ile sergide yer alıyor.
ERİYEN PARA
Bir ülkenin parası esas alınarak –bu elbette ABD doları ya da avro oluyor– diğer iki ülkenin parası, bu esas alınan ülkenin parası ile değerlendirilir. Parite olarak adlandırılan bu olgu, çapraz kur listeleri ile hazırlanır. Boyadjiev’in ‘GastARTbeiter’ işine referans verir biçimde, ona yakın konumlandırılan Nedko Solakov’un ‘Bahis’ çalışması, paranın değişim değeri olarak kapitalist aracılar arasında nasıl yok olduğunu gösteriyor. 28 Ocak 2002 tarihinde Danimarka’nın Herning şehrinde 1000 Danimarka kronu –Danimarka avroya geçmeyi reddetmektedir– ABD dolarına çevrilir, sonra yine Danimarka kronuna, sonra yine ABD dolarına ya da avroya. Bu şekilde birbirlerine çevrilerek devam eden süreç, en sonunda para bozulamayacak kadar eriyene kadar devam eder. Paranın totalini, bu dönüştürümler esnasında komisyonlar ve satın alma – satma kurlarındaki pariteler götürmüştür.
Bu sütunda sanatçıların tümüne değinmem çok zor. Ama serginin ekonomik kriz sonrası çizdiği gelecek panoramasının, arzu edildiği kadar zaten yaşanan da bir süreç olduğunu söylemek olası. Atina’daki ekonomik sorunlar karşısında AB’nin aldığı tavır, zaten yıllardır bu coğrafyaya da layık görülendi. Sofya’nın çektiği ekonomik sıkıntı, komşu ile beraber yaşanılan süreçlerden izler taşıyor. Bu bağlamda, kredimiz “komşilere” zaten hep açık. Bu gelecek dönemde, küratörlerin de belirttiği gibi, elimizde bulunan tek güç “kimliklere, güvene dayalı yeni ‘kredi’ zincirleri”. Yapılması gereken, siyasi üst-yapısal kodlamalardan ivedilikle uzaklaşarak, komşuların kimliğine duyulması gereken güven ve bu güven ortamını oluşturmak için gereken adımları atabilmek. Temel hareket noktalarından birisi de bu olan sergiyi, 25 Temmuz’a kadar Antrepo 5’te izleyebilirsiniz (Tel. 0212 - 243 90 74).