11 Mayıs 2010 Salı



Sanat Eğitiminde Bazı Sorunlar ÜZERİNE

Fırat Arapoğlu

Günümüzde sanat ve sanat teorisi için bir geçiş döneminden bahsedilmektedir ve bu olgu “sanat eğitimi” için de geçerlidir. Sanatın sonu, sanatın ölümü gibi sanat ve estetik özelindeki tartışmalar, pedagojinin sonu veya post-pedagojik çağın başlangıcı gibi terimlerle eğitim açısından da ifade edilmektedir. Arada olma durumunu ifade eden bu geçiş sürecinde, eskinin kuralları ve yeninin getirdikleri arasında bir gerilim gözlenir. Bu noktada, tespit edilen üç temel sorunsalı genel hatları ile belirtmek mümkündür: kullanılan terminoloji, disiplinlerarası üretim: intermedya ve sanat tarihi/sanat eleştirisi ile sanat eğitiminin ilişkisi. Bu kavramların arasında bir geçiş unsuru olarak da bilimsel bir disiplin olarak sanat eğitimi ve özgürlük konusu ele alınabilir.

Son dönemde sanatsal düzlemde gündeme gelen tartışmalarda gözlemlenen iki olgunun soru sormaktan ziyade, sorular etrafında konuşmaya neden olmalarından dolayı, konumuza geçmeden önce belirtilmesinde yarar vardır. Birincisi, geçiş sürecini adlandıran “inter”, “trans”, “post” gibi önekler ve etraflarında şekillenen felsefe(ler)in yaygın kullanımıdır. Bazı tartışmalarda bu teoriler, sorgulanamazmışlar gibi, a priori bilgiler olarak kabul edilmektedir. Söz konusu olan böyle bir tutumda, sanat değil herhangi bir eğitimden de bahsedilemez. Sorgulamanın olmadığı yerde; bilimin de kabul edilemeyeceği göz önünde bulundurulmalıdır. İkincisi ise - elbette ki telif ve çeviri eser sayısı halen istenilen düzeyde olmasa da -, kaynakça fazlalığının yarattığı enformasyon yoğunluğudur. Bu yoğunluk, eleştirel duruşu etkilememelidir.

Okulların ve okulların bağlı bulundukları eğitim sisteminin, pratik uygulamaların hızı ile olan ilişkisi belirtilen üç sorunun oluştuğu temel faktördür. Üç kavramın kısaca tanımlanmasına geçmeden temel yargımızı belirtelim: “Sanat Eğitimi” bağlamında kastedilen, “estetik yargılar” değil, “eğitimsel kaygılardır”.

Terminoloji

Terminoloji, “terimler dizgesi” anlamına gelir ve sanatsal bağlamda, bir olgu ile ilgili özel ya da belirli bir kavramı karşılayan kelimeler grubu olarak adlandırılır. Eğitimdeki genel yapı içerisinde, sanat kurumsallaşması etrafında çeşitli başlıklar altında örgütlenen bölümler “sanat terminolojisinin” genel hatları ile bütününü; kendi içyapılarında ise belirli kısımlarını kullanırlar.

Sanat terminolojisi, içinde bulunduğumuz çağda, baş döndürücü bir hızla çoğalmaktadır. Çok çeşitli üretim biçimleri, kavramsal ve biçimsel kaynaşmalar ile yeni ifade formları yaratmışlardır ve yaratmaya devam etmektedirler. Örneğin, farklı sanat dallarının birbirlerine eklemlenerek kullanımı olan multimedya (operada olduğu gibi, libretto, müzik ve mizansenin biraradalığı) ve birbirlerinden çok farklı branşların bir arada olduğu intermedya (performans sanatı, fluxus’taki gibi nesne, video, vodvil gibi unsurların biraradalığı) terminolojinin değişken yapısına ve bunun yeni parametrelerinin oluşması gerektiğine örnek olarak gösterilebilir. Bu açıdan “böylesi değişken sanat kavramı, kuşkusuz sanat eğitbilimini de etkiler”.[1] Terminolojide gözlemlenen bu güncelleme konusu, çağdaş sanat pratikleri ve teorileri kadar, sanat eğitimini de ilgilendirir.

Sanat üretiminin, ama özellikle sergilenmesi ve piyasasının merkezi durumundaki İstanbul’da yer alan okullar ve diğer yapıların yeni terminolojiyi absorbe etmeleri, güncel faaliyetlerin yoğunluğu ile kolaylaşırken; merkezden çevreye doğru bu olgunun zorlandığı görülmektedir. Bu, doğrudan gözlem yolu ile çağdaş sanat fuarları, bienaller, kongre ve sempozyumlar gibi etkinliklerde bir araya gelen, farklı çevrelerden bireylerde tespit edilmektedir. Ortak bir söylem geliştirmenin aksine, kastedilen “ortak terminolojinin” ve buna bağlı olarak “diyalog” geliştirilememesinin tespitidir. Bu sadece sözsel bağlamda değil, kitap ve makalelerde – daha da açık biçimde - görülmektedir. Bu noktada “meslek içi” eğitim olarak adlandırılan çözümlerin gerekli olduğu açıktır. Bunun çözümünde sabit eğitim kadroları sınırlı tutulup, yarı zamanlı kadroların aktif hale getirilmesi kullanılabilir[2] ve çeşitli sanatçıların, kurumlara davet edilerek belli programlar içinde üretim yapmaları ve eğitim vermeleri desteklenebilir.

Süreç içerisinde, kendini yenileyememek bu sorunun temelidir. Çünkü, “[sanat dersi] kültür içindeki yaşam’a ve kültür içindeki olabilecek değişikliklere hazır olma’ya hazırlamakla yükümlü olmalıdır”.[3] Bu bağlamda sanat eğitiminin rolü, doğru biçimleri öğretmek değil; olası biçimleri göstermek olmalıdır. Olası biçimler, yerleşik düzenlerle birlikte “ yaşanan sürecin” de eğitime katılması ile mümkün olur. Bu noktada, alanlararasılığı temsil eden intermedya tipi üretim örneklendirilebilir.

Disiplinlerarası Üretim: İntermedya

Sanat üretimlerinin ikili karşıtlıklar biçiminde ortaya konup, incelenmesi, özellikle 1960’lar ve sonrasının sanat akımları ya da sanatçıları için kullanılamayan bir modeldir. Geleneksel sanat tarihi yöntemlerinin eleştirildiği bir çağda, ülkemiz sanat tarihi de bundan payını almaktadır.[4] Bu tür kesin yargılara sahip kuramlar yerine, “inter”, “trans” ve “post” önekleri ile belirtilen durumların geçici ve çoğulcu yaklaşımlarının, eleştirel bir bakış açısı ile sanat tarihi araştırmalarında konu edinilmesinin arttırılması gerekir.

Bu noktada fluxus sanatçılarından Dick Higgins’in “Intermedia Chart” (İntermedya Şeması) önermesi dikkat çekicidir. İntermedya kavramını 1960’ların interdisipliner sanat üretimleri için kullanan Higgins – kavramı ilk 1965 yılındaki bir makalesinde önermiştir[5]-, 1995’teki kümesinde birbirlerine zıt/karşıt akımların tablolaştırılması yerine, birbirleri ile iç içe geçen biçimlerin kaynaşmalarını, kesişen kümeler halinde vermiştir. Bu eğitimsel süreç açısından da değerlendirilmiştir. Fluxus, performans sanatı, oluşumlar gibi 60’ların interdisipliner sanat akımları ile 1968 yılında Iowa Üniversitesi’nde intermedya programının yüksek lisans derecesi olarak başlatılması tesadüf değildir.

Son dönemlerde, sanat eğitimcilerinin demeçleri de tespit edilenin gerekliliği yönündedir. Prof.Dr. Hüsamettin Koçan’ın 2007 tarihli bir söyleşide bu konuyu belirttiği görülür. Koçan alanlararası geçişte öğrencilerin seçim yapması gerektiğini, ama bu konunun Türkiye’de zor olduğunu belirtirken; kurumların yavaş yavaş bu olguyu uygulamaya koymaya başladıklarını belirtmektedir.[6] Bu tip eğitim, Koçan’ın da belirttiği gibi öğrenciyi edilgen değil, etken bir konuma getirmektedir.

Bilimsel Bir Disiplin Olarak Sanat Eğitimi ve Özgürlük

Sanat üretiminin doğası somut/soyut; tikel/tümel ve detay/genel gibi çeşitli karşıtlıkları bünyesinde barındırır. Geçerli bir sanat işinin, bireysellikten hareketle evrensel bir bütünün unsuru olduğu kabul edilir. Post-modernist eğilimlerin açılımları bir yana bırakılırsa; bu sanat tarihinin de temel esprisidir.

“Sanat Eğitimi” ifadesinde, ayrı bir karşıtlık da tespit edilebilir: kurallar ve özgürlük. Okul “kuralları”, sanat “özgürlüğü” ifade etmektedir. Bu, aynı zamanda eğitimsel bir kurum olarak okulun/ekolün – akademiye gönderme ile – “geleneği” ve sanatın da akan bir süreç olarak “anlık olanı” temsil etmesidir. Sanat eğitimi bu bağlamda kurallar sisteminden oluşur, ekolleşme mantığını içinde taşır. Günümüzün sanat eğitimi anlayışında ise kural/özgürlük karşıtlığı arasında salınım gerekmektedir. Çünkü karşıtlıktaki unsurlardan kurallara ağırlık verilirse özgür bireyin yetişmesi mümkün değildir. Özgürlüğe ağırlık verilirse “sistem deformasyona” uğramaktadır”.[7]

Sanat Eğitimi ve Sanat Tarihi/Sanat Eleştirisi İlişkisine Dair

Neticede ekonomik yapı içerisinde yer alma özelliği ile de sanat popüler tartışmalara açıktır ve bu son derece doğaldır. Sanat işinin özelliklerinden birisi de toplumdaki değişimlere reaksiyon göstermek ise[8], bu sanat eserini kamuoyu oluşturacak bir potansiyele sevk eder. Kamuoyu oluşturmasının örnekleri tarih içinde gayet açıktır.

Kamuoyunun tepkilerinin billurlaşmış ifadesi ise “sanat eleştirisinde” gün yüzüne çıkmaktadır. Bu bağlamda ise “güncel” eleştiri yazılarını ve tanıtıcı yazıları; sanat eleştirisi ve sanat tarihi yazılarından ayrı tutmak gerekir. Güncel yazılar, adından da anlaşılacağı gibi sınırlı bir zamanı ifade eden yazılardır ve sistem içerisinde gereklidirler de. Ama her iki yazı türünün ayırt edilmemesi problemlere neden olmaktadır.

Sanatın tarihi, uzun bir tarihsel süreç içerisinden süzülerek günümüze uzanan bir eleştiri zinciri neticesinde oluşmuştur. Bu süreçte bazı yapıtlar, teoriler ve düşünceler kronoloji içerisinde ön plana alınmış, bazıları dışarıda bırakılmış ya da detaylar olarak addedilmiştir. Çağdaş sanatın kendiside, sanat tarihi içinde geçmişi, yaşadığı anı ve geleceği ile hesaplaşan bir süreçtir. Çağdaş sanatın da bir geçmişi vardır.

Belli bir temele (bu bağlamda geçmişe) sahip olan bir tutum da, eleştiri ihtiyacı duyar. Bahsedilen olumlayıcı ve tanıtıcı değerlendirmelerin dışında; analitik bakış açısı ile kaleme alınmış, sanatçılardaki sorgulama cesaretini ve saygınlıklarını belirtecek değerlendirmelere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu değerlendirmenin teorik, eleştirel ve tarihsel kısmını sanat tarihi ve sanat eleştirisi yapacak ise; eğitim teorisi ve pratiği kısmını – özeleştirisi ile beraber – sanat eğitimi gerçekleştirmelidir.



* Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi. İletişim için: firat.arapoglu@gmail.com; firatarapoglu@trakya.edu.tr

[1] Rıfat Şahiner, “Yeni Bir Sanat Eğitimi Üzerine”, G.Ü. G.E.F.’nin düzenlediği “Türkiye’de Sanat Eğitiminde Öğretmen Yetiştirme” konulu sempozyum bildirisi, Ankara, 8-10 Mayıs 2002. Bkz. www.rifatsahiner.com

[2] Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, Elvan Tekcan, Emine Tusavul, Sibel Tuğal’ın 2007’de gerçekleştirdikleri söyleşide belirtmiştir. Bkz. http://gsf.isikun.edu.tr/husamettinkocan.htm

[3] Bkz Dipnot 1. Köşeli parantez içindeki ifade bana ait.

[4] Bu konuda kapsamlı bir analiz için bkz. Ali Artun, “Çağdaş Sanat Tarihleri ve Türkiye’de Sanatın Çağdaşlaşması”, Toplum ve Bilim, s.79, Kış 1998. s. 24-65.

[5] Dick Higgins, “Intermedia”, Something Else Press, 1965; Hannah Higgins’in bir sonsözü ile Leonardo, Vol.34, No.1, 2001’de tekrar basılmıştır. S.49-54.

[6] Bkz dipnot 2.

[7] A.g.y.

[8] Wassily Kandinsky, “Her sanat eseri, çağının çocuğudur ve pek çok durumda duygularımızın kaynağıdır.”, diyerek 1912’de bunu belirtmiştir. Wassily Kandinsky, “Sanatta Ruhsallık Üzerine”, çev. Gülin Ekinci, Altıkırkbeş Yay., İstanbul-2005. s.35.

(RH+'de Nisan/2008'de 50. sayı s. 44 - 46'da yayınlandı).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder